top of page
Ara
  • Arzu Eylül Yalçınkaya

Bir Mekanın İlhamıyla/More Than Words

Herşey Aslına Döner

Bir kaç günlük yokluğumdan da anlaşılacağı üzere bisikletime kavuşmamdan sonra bir süre gözlerden kayboldum.  Geçen haftalarda annesinin elinden tutarak tıpış tıpış onun götürdüğü yerlere giden, o söz dinleyen kızdan eser yok. Şimdilerde daha çok onyedilik

bir yeni yetme havasındayım. Sabahın alacakaranlığında yollara düşüp gece geç saatlere kadar eve gelmeyen, başına buyruk bir genç kız.

İşin şakası bir yana bisiklete binip ayağım yerden kesildiği andan itibaren, sanırım eve çok fazla uğramadım. Birlikte yaşamak-her ne kadar bu son tecrübe de bütün meyvelerini doya doya yemiş olsam da- benim tabiatıma ve yirmi yıllık yaşam tarzıma hiç benzemiyor. Doğal olarak bunun dışına çıkabileceğim ilk imkanı yakalar yakalamaz da aslıma dönmüş bulunuyorum. İnsanın sabit hakikatine dönüşü ne enteresan şeydir, bir dönem başka hal ve hareketler içinde de bulunsa eninde sonunda yaradılışında hakim olan unsur ortaya çıkıveriyor.

Ortaokulda ahlak dersine girerken, bir öğrencimin yanlışlıkla yaptığı bir hata yüzünden, arkadaşını kırmış olmaktan yine kendisi incinmiş olarak, saatlerce ağlayıp özür dilediğini hatırlıyorum. Bir diğeri ise, tabiatına ters bir hareket olarak kazaen yaptığı bir iyilik yüzünden, günlerce içi içini yemiş, sonunda yaptığı iyiliği geri almanın dahice bir çözümünü buluncaya kadar da huzur bulamamıştı.

Ken’an Rifai diyor ki, insanın hakikati ona şöyle der: “Bir süre keyfince gez dolaş, taki hakikatin ortaya çıkıncaya kadar.” Hz. Ali de aynı gerçeği şu veciz ifadesiyle dile getiriyor: “Herkes sonundan korkar, ben başlangıcımdan korkarım.” Öyle ya bir şeyin tohumu ne ise, meyvesi de o olacaktır.

Hasılı ben aslım olan, yalnızlık ve özgürlük denizine bisikletimle yelken açmış durumdayım. Doğrusu bunun kendim için ve çalışmalarım için çok verimli sonuçları olacağına inanıyorum. Ev sahibeme gelince, Allah’tan o çok anlayışlı. Zaten bunu başından beri beklediğini söylüyor. Ben uzun ve karlı yollara kendimi atarken, o ardımdan mendil sallayarak ansızın kanatlanıp gözlerden uzaklaşan yavrusunu uğurlayan bir ana edasıyla memnun ve mesut.. bakıyor.

Faydalı Bir Mekan: More Than Words Kafe

Son durumda, sabah kahvemi, saat 7 sularında yakınlardaki bir Fransız kafesinde içiyorum. Köşe başında bütün meydana hakim, sabah güneşini alan, tarzı sahibi ve sevimli bir kafe. Kaliteli müzikler çalıyor. Buradaki çalışmam, öğlen vakti duyulan keskin soğan kokusuna kadar, -saati bilmiyorum- devam ediyor.  O vakitten itibaren semt kütüphanesinde geçiriyorum. Akşam üzeri ise caddedeki ikinci el kitapçılara geçiyorum.

Özellikle şu an bulunduğum “More Than Words” adlı kitapkafeyi çok sevdim. Asıl sebebi sona bırakarak ilerliyorum. Tavana kadar uzanan raflarda sırasıra, renk, renk, cilt cilt ciltli kitaplar… gözünüz kitaba doyuyor. Orta yerde  sıcak içecek alabileceğiniz çok küçük bir çay-kahve ocağı, arka tarafta iki masa ve oturma odasının rahatlığını veren koltuklar bulunuyor. Çoğunlukla Beatles çalıyor, rehavet çöküp içiniz geçmek üzereyken çekilen taze kahve kokusuyla kendinize geliyorsunuz. Kafe bu haliyle insanı dönmesi gereken bir evi olduğu gerçeğinden uzaklaştıran tehlikeli bir özelliğe sahip. Öte yandan, Kafe hayırlı bir amaçla kurulmuş,  İnsanlar buraya kitaplarını bağışlıyor, ikinci el kitapların satışından elde edilen para burada çalışan genç arkadaşlara veriliyor. Yaşları 15-30 arasında değişen bu grubun ortak özellikleri her birinin kendince bir kayıp vaka olması. Ya okuldan atılmışlar, ya işsiz, evsiz kalmışlar. Kimi agresif, kimi sosyalleşememekten muztarip. Ve daha bunun gibi bir sürü hikaye. Şimdi Allah var, ben çocukların bir yanlışını görmedim. Hepsi ince, tatlı, çalışkan çocuklar; vaktinde gelip gidiyor, işlerini yapıyorlar. Selamlı sabahlılar, hal hatır soruyorlar. Burası bir tür rehabilitasyon merkezi gibi işliyor ve maksadı hasıl etmiş görünüyor. Gençler kendilerine bir sorumluluk verilince, adam yerine konunca kendilerine güven gelmiş, bu imkanı güzel değerlendirmişler.  Doğrusu örnek almalı, bizim memlekette de böyle yerler açmalı diye düşünüyorum. Özellikle ilk gençlik hemen her ülkede biraz kayıp bir durum arzediyor. Onları kazanmak adına bu fikri bir kenara yazmalı.

Sandalyenin Kerameti

Söz konusu kafeyi sevmemin en önemli sebebini sona sakladım. Efendim benim bu kafede en sevdiğim şey, oturduğum sandalyedir. Evet. Sandalye. Neden?

Neden? diye sorabilirsiniz?

Şimdi bu kadar prensibe yönelik söz söyledikten sonra konuyu böyle nefsani bir yere bağlamak doğru mu efendim, şeklinde bazı muteriz sesler de duyar gibiyim. Çok haklısınız.

Ancak durumun sanıldığı gibi olmadığını müsade ederseniz hemen açıklamak isterim.

İtiraf ediyorum: İşin bir tarafı tamamen nefsani olabilir. Çünkü sandalye benim İstanbuldaki mutfak masamın yanında duran yüksek bar sandalyelerinden. Sandalye-masa ikilisi ergonomime çok uygun olduğu için, koca bir yüksek lisans tezimi mutfakta yazdığımı söylersem kendisine olan bağlılığım rahatlıkla anlaşılır. Boston-Waltam’da, markasına kadar aynı olan bu sandalye-masa ikilisini görünce, şu yaban ilde bir hemşeriye rast gelmiş gibi oldum. Sandalyeden ayrılacağım korkusuyla, kaç gündür şurdan şuraya gidemiyorum.

Efendim konu yavaş yavaş “benden”, bize dönecek. Sabırlı olalım. Bu oturduğum sandalye, camın önündeki yüksekçe bir masaya ait. Burada ders çalışırken, aynı anda halkın nabzını da tutabiliyorum. Ya da.. Son tahlilde onlar benim nabzımı tutuyorlar. Bildiğim kadarıyla Waltham muhtarlığında resmi bir görevim yok, ancak ikindi vaktinden bu yana, kapıyı açıp doğrudan  bana soru soranları sayısı haddinden çok.

İnsanlar geliyor geçiyor. Ben sandalye masa ikilime sabitlenmiş olarak, yazıyor, çiziyorum. Adres soranlar, meyve-sebze dükkanı arayanlar, dilenenler, geçerken uğrayıp giderken muhabbet edenler. Türlü insan manzaraları. Anladığım kadarıyla, sanırım az çok semti ve insanları da tanıyorum. Mesela geçen gün market kasasında lafladığım teyzem az önce önümden geçti, sabah kafede rastlaştığımız abi akşam kitap okumaya buraya geliyormuş. Karşıdaki kitapçıyla, semt kütüphanesinin yakınlarında karşılaşıp selamlaştık. Kütüphane müdavimleri oturdukları masalar dahi değişmeyen, hep aynı insanlar, gençler, çocuklar. Tanışıyoruz. Insanlar gelip geçiyor, ben yazıyorum, çiziyorum. Kendimi yaşıyorum. Semt halkı da yavaş yavaş beni anlamış bulunuyor: Bu kız, okur, yazar, gezer, sonra yine okur, yazar, bisiklete biner..

Etrafımda tatlı bir hayat görüyorum. Sevimli bir kasaba hayatı. Halkını yavaş yavaş tanıdığım, gayri ihtiyari içine karıştığım, mütevazi ve temiz bir hayat. Ancak bir konudan emin değilim: Bu tatlılık baktığım manzaranın kendisinden mi geliyor. Yoksa keramet sandalyede mi?

Bu sandalyenin kapladığı alan, -çağrışımları sebebiyle-sanırım benim için Türkiye’yi temsil etmeye başladı. Onun üzerinde otururken tamamen memlekette hissediyor ve bu sandalyeden etrafıma bakarken memleketime ait bütün değerlerin etrafa saçıldığını hissediyorum. Ben oturduğum yerde çalışırken bir bayan gözlerimle buluşup beni yakın bularak gelip adres sorduysa, diğeri gelip-tıpkı Eminönü’nde olduğu gibi- benden yol parası istediyse, öteki selam verip okuduğum kitaptaki manevi büyüğün adını sorduysa, çalışanlar işlerimi halletmek için canla başla koşturduysa bunlar bana değil, sınırları üzerinde bulunduğumu hissettiğim Türkiye’ye tevcih edilmiş meselelerdir.. Çünkü, şu kısa sürede anladım ki herhangi bir Amerikan vatandaşı asla kolayına bir diğerine açılamaz, o yakınlığı, samimiyeti kuramaz. Selam verip hatır sorması bir menfaatin öncülüdür. Soru sormak, yardım dilenmek hele ki cevap alacağını ümid etmek büyük safdilliktir.

Bu gün, yaklaşıp sığındıkları kimse ise, her ne kadar, küçük cılız bir vücutla burada oturuyor olsa da, hissediyor ki temsil ettiği makam, bütün bir anavatan ve orada kaynayan hayattır. Adımı sorsalar, Türkiye diyecek kadar, içim dolu. Benliğimden çok kimliğimi duyuyorum.

Beni bu derece söyleten şey memleketimi hatırlatan sandalyenin kerameti mi

yoksa memleket hasreti midir bilinmez ama diyeceğim o ki,

Anavatandakiler, Türkiyedekiler, can dostlar.

Orası başka bir alem, Türkiye büyük bir zenginlik. Kıymetini bilin, bilelim

Her yanını, taşını toprağını,  özledim; o topraktan yoğurulan insana,  hasretim.

İnsan içinde bulununca o derece kavrayamıyor

Lakin el Hak, insanımız  güzel, hakiki, samimi.

Allah’ım kıymetini bildirsin.

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page