top of page
Ara
  • Arzu Eylül Yalçınkaya

“Ben iyiyim”, haberi üzerine..

B.

Harvard Square’den

Boston’da yaşanan elim hadisenin ardından dışarı ilk çıkışım. Harvard Üniversitesi kitapçısından almam gereken bir iki kitap vardı, havanın güzel olmasından da feyz alarak bisikletime atlayıp Cambridge’e indim. Şehirde olağanüstü güvenlik önlemleri alındı. Bilhassa merkezi durumda bulunan meydanlarda polisler konuçlanmış durumda. Bununla beraber şehir halkı mevsimin cazibesine dayanamayarak, meydanlarda, parklarda, kampüslerde ve tabi ki Carles River kıyısında bu güzel bahar gününün tadını çıkarıyor. Harvard Square’de canlı müzik yapan bir grup genç müzisyeni dinleyerek güneşlenenler, santranç oynayanlar, ikindi çaylarını içerek kitap okuyanlar, hararetle sürdürdükleri akademik tartışmalardan galip çıkmaya çalışan entellektüeller var.

Eylül’e gelince, meytanın ortasına kurulmuş bir kaç gündür içini yakan  şeyin ne olduğunu tespit ve itiraf etmeye çalışıyor. Yaşadıklarının, yaptığı işlerin sarfettiği sözlerin muhasebesini yapıyor. Zira bu konuda, mümin kalbinde bir kabz hali hissettiğinde, dönüp yapıp ettiklerine bakmalı ve bu kabzın genişliğe dönmesi için gerekenleri yapmalıdır, denilir. Az çok ne olduğunu ortada ama işin hakikati yazmadan kendini göstermeyecek sanırım. O halde baştan alalım.

Bomba’nın patladığı gün, öncelikli planımız, hadisenin gerçekleştiği Boston Public Library’nin olduğu meydanda bitiş çizgisine yakın bir yerden Maraton’u takip etmekti. Arkadaşlarım daha önceki yıllarda hep o mevkiden yarışı izlediklerinden yine aynı yeri tercih ediyorduk. Ancak sonra ne olduysa, aniden planımızı değiştirerek biraz şehir dışına çıkmaya ve okyanus kıyısındaki sakin bir muhitte ders çalışmaya karar verdik. Haberi aldığımızda okyanusun muazzam dalgalarına ve o noktadan görünen ufka dalmış durumdaydık. Henüz mekanın tadını çıkarmaya başladığımız bir sırada hadiseyi öğrendik. Boston halk kütüphanesi’nin önünde, Maraton’un bitiş çizgisinde aralıklarla iki patlama olmuştu. Üç arkadaş on an birbirimize bakıp aynı şeyi telaffuz ettik: Allah kurtardı. Çünkü üçüncü bir ihtimalimiz yoktu ya patlamaların olduğu yerde olacaktık, ya da işte apar topar geldiğimiz- ya da getirildiğimiz- bu sahil kasabasında.

O anda aklıma Mesnevi’deki şu meşhur hikaye geldi.

Bir kuşluk vakti adamın biri hışımla Süleyman (a.s)’ın divanına girer ve “Yetis ya Süleyman, bu gün Azrail’I gördüm ki bakışı bakış değil” der. “Belli ki canıma kasdı var.”

Hz. Süleyman  sorar: “Peki Azrail’den kurtulmak için bulduğun çare nedir?”

Adam “Efendim” der, “Sizin rüzgara hükmünüz geçer, söyleyin de beni çok uzaklara mesela Hindistan’a iletsin. Böylece ben de canımdan emin olayım.”

Hz. Süleyman kaza gelince, gözlerin kör olduğunu ve kaza oku bir kez kader yayından çıktı mı ona “rıza”dan başka çare olmadığını bilmekle birlikte bu korkmuş adamın dileğini yerine getirir ve göz açıp kapayınca kadar adam Hindistan’a nakledilir. Ertesi gün divan vakti  Hz. Süleyman Azrail(a.s)’i sorguya çeker, “O adama niçin hışımla baktın, zavallıyı niye korkuttun” diye sorar. Azrail’in cevabı çok muazzamdır: “Efendim” der haşa ben o kişiye korkutmak kasdıyla bakmadım, ancak Allah bana “git bu akşam filanca kulumun  canını Hindistan’da al” diye emretmişti. Ben de o kulu Mescid-i Aksa’nın avlusunda görünce, bu adamın yüz kanadı olsa akşama kadar Hindistan’da olamaz, ancak Hakk’ın işinden de sual olmaz. Bakalım bu iş nasıl olacak, diye, hayret ve ibret nazarıyla baktım” demiş.

Kader sırrını çözmeyi Hakk’ın has kullarına bırakarak, ibretini çözmekten aciz kaldığımız bu türden hadiselerin hemen hepimizin hayatında zaman zaman tecrübe edidiğine dikkatimi veriyorum. Kimi zaman binlerce tedbir almamıza rağmen kendimizi özenle kaçındığımız bir durumun içinde bulabiliyor; kimi zaman ise bir çocuk masumiyeti içinde gezinirken, kendimizi farkında olmadığımız bir çok hadiseden korunmuş olarak buluyoruz. Hangisi korunmuşluktur, orasını Allah bilir. Zira hayır gördüğümüz şeyin içinden imtihanların çıktığı, zorluk olarak tanımladığımız bir hadisenin içinden ise ansızın Hakk’ın rahmetinin taştığı bir alemde yaşıyoruz. Okyanus kenarında iken, Boston’daki hadiseyi işittiğimizde duyduğum şey “Allah’tan başka fail ve münfailin bulunmadığı” gerçeğiydi. İnsan için bir güç ve kuvvet tahayyül edilebilir, ama ispatlanabilir miydi? İnsan bir yönüyle Hakk’ın halifesi, aklı ve iradesi ile alemi müdrik bir büyük cevher iken, öte yandan bir an sonrasından habersiz aciz ve fakir bir kuldan başka neydi.

Ken’an Rifaî’nin deyimiyle “insan, Hakk’ın isim ve sıfatlarının ve hadiselerin geçit mahallinden başka bir şey” değildi.

***

Hali hazırda  içimi rahatsız eden noktayı açamamış bulunuyorum. Devam edelim. Telefonumuz çekmediği için kasabaya geri döndük, Arkadaşlarım Türkiye’de yaşayan aile ve dostlarını aramaya başladılar. Benim şarjım bittiği için sonra ararım, diye düşünüyordum. Elime telefon tutuşturup  zorla arattılar, iyi de oldu. Tam o sırada bizimkiler haberleri izliyorlarmış. Hadiseyi duyunca içlerine bir ateş düşmüş. Çok memnun oldular, Allah senden razı olsun kızım” sözleri kulağıma ilindi, sonra ararım diyerek hemen kapadım, çünkü hattı meşgul etmemek gerekiyordu.

Sonra arkadaşım orada bulunanların isimlerini tek tek face’e tagleyerek hepimizin iyi olduğu haberini verdi. O an tutulacak en anlamlı yol buydu, tek tek merak edenlere ulaşamayacağımız için bir mesaj geçerek durumumuzu haber verdik. Sanırım o an değil de, telefonumdan facebook’a girip adımın altında “biz iyiyiz çok şükür” yazısını görünce içime dokundu. Benzer mesajlarda gelmeye devam ediyordu, boston’da bulunup dünyaya sağlık haberini vermek isteyenler “İyiyim, bizimkilerde de bir şey yok” diye yazıyordu. Tabi modern dünyada bu tür bir konunun lafı olmaz denilebilir ama hadise birden gücüme gitti.

Şu ibretli hikayeyi hatırladım:

İmam Kuşeyri, meşhur veli Serî Sakati ne kadar takva sahibi ve ince ruhlu olduğunu anlatırken şu hadiseyi nakleder:

“Serî Sakati bir gün der ki, “Otuz seneden beri bir elhamdülillah sözü için istiğfar ediyorum.” Kendisine;

“Bu nasıl olur diye sorulduğunda şöyle cevap verir: Bir gün Bağdat’ta benim de dükkânımın bulunduğu çarşıda yangın çıkmıştı. Yangını gören bir adamla karşılaştım. Bana;

“Senin dükkânın kurtuldu, ona bir şey olmadı”, diye müjde verdi. Bunun üzerine ben de “elhamdülillah” deyiverdim. Fakat bir an sonra, müslümanların başına gelen bir musibette onların acısını paylaşmak yerine önce kendi nefsimi düşündüğümü fark ettim. İşte bunun için o esnada söylediğim bu söze otuz senedir nedamet duyuyorum”.

***

İyiyiz sağlıklıyız, çok şükür hayattayız, ömürde nefes varmış, yaşanacak gün varmış. Hadiselerin ardından “bizimkilere bir şey oldu mu” diye çok tabi bir his de kalbimize doluyor, peşine düşünüyoruz. O da gayet tabiî. Ancak sanırım buradaki mesele “biz” kavramının içini genişletebilmek, ya da gönlümüzü bütün bir dünyayı sevgiyle kucaklayacak ve kuşatacak şekilde şerh etmesi (açması ) için Hakk’ın yardımını talep etmek.

İçimdeki burukluğun sebebi de böylece ortaya çıkmış oldu. Şimdi Boston’dan haberleri nakledelim. Nasıl mıyız?

Can kayıplarımız var, yaralılarımız var.

Hepimize geçmiş olsun,

hamdolsun, beterinden korusun.

Hakk’tan gelip Hakk’a raci olduğumuz bu yolda

Evvel gidenler için Hakk’tan rahmet,

kalanlar için sabır ve afiyet diliyoruz.

8 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page