top of page
Ara
  • Arzu Eylül Yalçınkaya

Şükür Üzerine Bir Analiz

18 Ağustos 2012

Sabah gün doğmadan uyandım, kahvaltı edip biraz birşeyler yazdıktan sonra evden çıktım. Sekiz gibi artık resmi olarak ofis ilan ettiğim kafedeki masama oturdum. Çalışmaya başlamadan önce içimden Allah’ıma bizlere lutfettiği güzellikler için şükretmek geliyor. O vakit hemen dile getirelim. Çok şükür Allah’ım, verdiğim hayat, sağlık, akıl, iman, aşk ve sayamayacağım nimetlerin için.

Fakat şükrederken hep menfaatime olan şeyleri saymak bana riyakarlık gibi geliyor. Elimden alınan şeyler için de aynı rahatlıkla, içimde aynı neşe ve huzuru duyarak şükredebiliyor muyum acaba?

Menfaatime uygun düşen şeyler için teşekkür ediyor da bunun tersi olan işlerin hiç lafını etmemeyi mi tercih ediyorum. Bilemedim. Yazalım bakalım. Neyse halim, çıksın da bilelim.

Allah’ım ile ilk biliş tutuşum bu dünyaya niye geldik, varlık niçin yokluğun önüne geçti? gibi soruların cevabını ararken başlamıştır. Bu beş-altı yaşlarıma tekabül ediyor. Ilk duyulan arzuların hemen akabinde yaşanan hayal kırıklıkları, mahrumiyet ve yetersizlik hissiyle beraber nefsimi acziyet, Rabbimi ise kudreti ile bildiğim dönem geliyor. Bu 7-8 yaşımdan başlayıp 17-18 yaşında kemaline ulaşan bir anlayış. Nefsimi hiçlik ve yokluk; Rabbimi ise varlık ve azamet ile bildim. Elde edemediğim şeylerin ardından bazı bazı mızıldansam da, sonunda kendisini cezalandıran annesinin elini öpen, yine teselliyi onun kollarında bulan bir çocuk  edasıyla başımı dergâh-ı ilâhi’ye koyduğumu hatırlıyorum.

Ve tabi ki şımarık bir çocuktum, bunu asla inkar edemem. Trajedilerimin sonu gelmiyordu. Enlerin çocuğuydum. Hemen her aşığın adeti olan büyük oynamak, ya hep ya hiç demek, başımı alıp gitmek ya da yalnızca bunların hayalini kurmak bir dönem hayatımın en heyecanlı oyunuydu.  Kimi zaman kapıyı çarpıp evden ayrılan bir yeni yetme gibi dünya ve ukbadan gani bir bir gönülle ölümü hatta bir daha uyanmamacasına yokluğa gömülmeyi isterdim. Sonsuz karanlığın kendisi olmak, hayatın ve ölümün olmadığı bir yer bulmak. Fakat orası yerde olmamalı. Hasılı, trajedilerin insanı..

Hayır, mesele şu ki insan demek zaten trajedi demek. Bunun lamı cimi yok, bu budur. İnsan kendisini çekiştiren bir çok güç mihrakının ortasında dengeyi bulmaya çalışıyor. Seviyor, elde edemiyor; elde ediyor bu defa saadet bulamıyor. Ruh olup yükselmek istedikçe, madde ayağını kaydırıyor. Maddeye kendini teslim etse, o da bir eyyam onunla eğlendikten sonra başka kucaklara kendini bırakıyor. Neyden medet umsa boş çıkıyor, neye gönül verse, gönül verdiği güzel sevgili kalpsizin birine dönüşüyor.

Belki de gerçekten insan olduğumu duymak için ben trajediyi sevdim, aradım, buldum. Hayatımın sakin geçme, durağan geçme endişesi beni bir sahilde güvenle denizi seyretme lüksüne bırakmadı. Hep derme çatma da olsa bir araç bulup denize açılmak istedim ve açıldım.

Trajedi insanlığın gerçeği. Melekler bu durumu tanımıyor, onlar saf nur. Onlar için yalnız vazife var. Yalnız hizmet. V

ücutsuz birer akıl ve güçten ibaretler. Kendilerini kullananın elinde, işlerinin hesabını verme endişesi olmadan yaşıyorlar. Hayvanlara gelince onlar tabi insiyakları cennetinde Allah’ın hayat sıfatının keyfini sürüyorlar.

Insan ise bir yönüyle vazife aşkının cazibesine kapılıyor diğer yönüyle nefsin arzularına çekiliyor. Ikisinin arasında dengeyi bulanlar Kemal/yetkinlik cennetine ulaşıyor; bulamayanlar ise kendilerinde bulunan iki kutuptan birine kendilerini teslim etmekle kemal yolundaki yarıştan çekiliyorlar. Ya maddi tüm arzuları bir kalemde silerek, tabiatlarının bir yönünü reddederek yaşıyor; ya da ulaşamayacaklarına kanaat getirdikleri maneviyat göklerine hiç bakmıyor, böylece madde dünyasının kendilerini heran bakmaya hazır kollarında bir süre eğleniyorlar. Bu yarışı bırakmayanlar, iki dünyanın da hakkını vermeye çalışanlar her ne kadar bir trajedinin ortasında bulunsalarda sonunda onun bu çabasına hayran olan Rabbani inâyete nail olarak, seçiliyorlar. Bu mücadeleden,insan olma mücadelesinden kendi başına çıkan olmamıştır. O ancak, Allah’ın kulunun çabasıve samimiyeti karşısında ona acıması ve yardım elini uzatmasıyla mümkündür. Kendini gelip geçtiği alemlerden hiçbirine bırakmayan, kendini gayb aleminin sırları için saklayan kuluna Tanrı kendini verir.

Kendimi tahlil etmek isterken yine insan tabiatının en genel unsurlarına yükseldim. Fakat iyi oldu. Şimdi daha iyi bir neticeye ulaşabileceğim. Ben trajedilerin insanıyım derken, demek istediğim, ben insan olma gayretinde olan bir çocuğum demekmiş.

O halde şimdi şükrümde menfaat kokusu olup olmadığına tekrar bakmalı.

Benim şükrüm Rabbimden gelen ve giden herşey içindir. Çünkü o çok verip azdırmadı, az verip aratmadı. Beni dünya nimetleri ve rahatıyla üzerime çökecek rehavetten, çok taat ve ibadetle kalbime gelecek emniyet hissinden korudu, sakındı. Beni her an her yönden gelenin O olduğu ve insanlığın ve kulluğun yegane gayesinin bir vakitler kendisiyle eş olduğumuz o mertebeden gelen herşeyi kabul etmekten ibaret olduğunu görmeye çağırdı.

Sana gelen sensin.

Şükür Allah’ın şükür.

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page