top of page
Ara
  • Arzu Eylül Yalçınkaya

Sohbet Halkası

B.

Halka Hakkı sevdiren

Hakk’a halkı sevdiren

Varlığın iki ucunu birbirine yaklaştırarak

Hakk için halka güzel muameleyi öğreten

Meşkûre Annemin sohbetini ilk defa,

Belgin Birol Hanım”ın Acıbadem’deki  evinde dinlemek nasip oldu. Yanılmıyorsam hafta içi sohbetlerinden biriydi. Vakitlice gelip arkalarda bir yere oturdum, çok geçmeden belirtilen saatte sohbet başladı. O dönemde çiçeği burnunda, yeni mezun bir ilahiyatçıydım. Belki o yaştaki hemen her genç gibi, biraz çekingendim ve fazlasıyla da iç dünyama aittim. Üniversite yıllarımı çoğunlukla bir inziva hayatının tenhalığı içinde ve manevi mevzular üzerine tefekkürle geçirdiğimden, sohbete katılmanın benim için en değişik tarafı insanlara karışmak ve mana güneşini bir dost halkası içinde seyredecek olmaktı. Bunu anlamakta zorlanıyordum. Hak… O birdi, tekdi, eşsizdi. Heryerdeydi, kalbimdeydi. Peki ya bu çokluk, bu hareketlilik ve farklılık nereden geliyordu? Kaynağı neydi?

Sohbetten sonra tam bir sarhoşluk içinde etrafıma bakınırken, gözlerim Cemalnur Hocamın beni çağıran bakışlarıyla buluştu.  Yanına gittim, usulca elimden tutarak beni Meşkure annemle tanışmaya götürdü. O dakikada, her türlü vesveseden arınmış olarak, içimde yalnız Allah muhabbetininin zevkini duyduğumu hatırlıyorum. Meşkure Anneciğim ayağa kalktılar, adımı sormadılar, bilmediğim bir kanalla beni tanıyor olduklarını sezinledim. Uzaklara bakarak, Cemalnur Hocam ile benim ellerimi tuttular. Ve.. Söylediler. Başımı önüme eğdim, sükût ettim ve dinledim. Kalbimin adeta avucumun içinde olduğunu ve o büyülü andan itibaren kati bir şekilde dünyanın en güvenilecek bir melcei olan kamil insanın müşfik ve merhametli ellerine teslim edildiğini hissediyordum. O güne kadar Allah yolunda yalnız yürümeyi tecrübe etmiştim, şimdi ise, gönlümün açıldığını, genişlediğini, ortasında bir muhabbet meclisinin kurulduğunu, asırlarca öteden Hz. Peygamber’in sohbet halkasına dahil olduğumu farkediyordum.

Kamil insanın elini tutmayı ve ona biat etmeyi, ilk müslümanların akabe mevkiinde Hz. Peygamber (a.s)’a verdikleri biata benzetiyorum. Hz. Peygamber (a.s) mübarek elini uzatır, müminler aşkla o eli tutar ve iki dünyada bırakmamak üzere biat ederler.

Ve yüce Allah buyurur, “Muhakkak ki sana biat edenler, Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların elinin üzerindedir.”

“Yedullahi fevka eydihim.”

***

Çok sürmeden meslek hayatına atıldım, hafta içi sohbetlerinden çok cumartesi sohbetlerine devam etmeye başladım. Sohbet iyiydi güzeldi, her sohbet bir irfan sofrasıydı. Nefsimizin arzuları ve zaafları kırbacıyla hırpalanarak köşesine çekilen ruhumuz, sohbetle saklandığı köşeden çıkıyor, arzı endam ediyordu. İnsan, “ruh” denilen gizemi, o soyut güzelliği, adeta  sohbet halkasında tecessüm etmiş olarak buluyor, görüyor, ona meylediyordu. Ancak sohbetin de bir hukuku, gerektirdikleri vardı: Öğrendiklerini hal etmek, nefsinin arzularına ket vurmak, kalbi ruha döndürmek, ruhu aslına iletmek…

Bunlar bir yönüyle insanın kendi içinde olup biten meseleler iken, işin diğer yönü insan ilişkilerine uzanıyordu ki beni en zorlayan tarafın bu olduğunu itiraf etmeliyim. Sohbet halkasındaki arkadaşlığın, yani ihvanla hukukun kendine has bazı kaideleri vardı. Ben Allah aşkı denizinde gark olup gitmek istiyordum. Gönlüm aşka dalıp gitmek isterken bütün eşya, hadiseler ve irtibat içinde olduğum kimseler sanki beni zevk deryasından çıkarıp almak istiyordu. Varlık aleminde mevcut her türün, maddeden insana kadar her varlık derecesinin benden bir talebi vardı ve ben onlara hak yemeden, layıkı vechile nasıl yaklaşacağımı bilemiyordum.

Ancak sohbete devam ettikçe, zaman içinde nefsime zor gelen bir çok hususun tabi bir şekilde  ortadan kalktığını farkettim. Çünkü kamil sohbetine katılmak Nuh’un gemisine binmek gibiydi. Bir kez o gemiye ayak bastın mı, gayr-i ihtiyari yol alıyor, hiç farketmeden benliğin sahilinden ayrılarak birliğin uçsuz bucaksız denizine yelken açıyordun. Zorluklar, meşreblerin verdiği ağırlıklar, çekinceler, herşey değişiyor, dönüşüyordu. Gül bahçesine girenin üstüne gül kokusunun sinmesi gibi, ariflerin gül bahçesine giren kişi de arınıyor, nefsinin arızalarından temizleniyordu. Sohbet güzeldi. Sohbette farklı meşrepler omuz omuza veriyor, birlerine ayna oluyor, tamamlanıyorlardı.

Kamil insanın sohbetinde muhabbet dolu bir kase elden ele dolaşıyor, herkes o kaseden bir yudum alarak zevk ediyor, sonra yanındakine uzatıyordu. Arkadaşının zevkiyle kendisi de zevkyâb olduğu ve nihayetinde varlığının sınırlarını kaybettiği manevi bir sarhoşluk anında, zıtların birleşmesiyle çakıveren o aydınlığın içinde birliği görüyor ve O’nunla buluşuyordu.

Sohbet güzeldi, nefislerin çokluğundan ruhun birliğine ancak sohbet kapısından geçiliyordu.

Elini Hakk’ın eli bildiğim canım anacığım, lutfetti bizi sohbet halkasına aldı. Yıllarca anlattı, söyledi, bildirdi. Halkı Hakk’tan ayrı görmemeyi ve insanlığa Hak için güzel muamele etmeyi telkin etti. Gönlümüzdeki karışıklığı, karmaşayı giderdi. Sohbetin bereketiyledir ki eşyadan Hakk’a yükselen varlık dairesinde, herkese ve herşeye layıkıyla muamelinin hakikatini gördük. Yediğimiz ekmeğin lezzetinde Hakk’ın Rezzak ismini tatmayı, dinlediğimiz bir şarkının tınısında, sabah güneşinin üzerine vurduğu bir çiçeğin rayihasında, alemdeki bütün güzellerin şahsında Hakk’ın cemalini görmeyi bize öğretti. Ansızın çakıveren şimşeğin gürleyişinde, kudretin son kertesi olan zelzelede, gece-gündüz cenk edip bir türlü uzlaşamayan alem halkının çekişmesinde Hakk’ın celali isimlerini görmeyi ve kemale giden yolda onların da vazifeli bulunduğunu idrak etmeyi salık verdi.

Onun nazarında hiç kötü yoktu, herşey, herkes iyilik ve kemal yolunda bir mertebede bulunuyordu. Gül ile diken, gerçekte aynı gayeye hizmet için bir dal üzerine konmuştu.

Bizlere

Var saydıklarımızın

Hakikate nispetle birer gölge,

Ve bütün canların kaynağının

O biricik Canan olduğunu işaret ederek

Her daim Kendisiyle bir ve beraber bulunduğu

O kaynağa,

O sevgiliye

Allah’ına

rücû etti.

2 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page