Newyork-Newjersey-Philadelphia
Bitirmek zorunda olduğum bir proje için, Newjersey’de iki hafta kapanıp çalıştım. 1 Nisan’da Boston’da gelerek, şehir merkezine yakın bulduğum küçük bir odaya geçtim. Bir kaç gündür de evi düzene koymakla geçti. Artık tekrar güneşi görme zamanı geldi.
Newjersey’de yaşadığım neydi? Bilemiyorum. Sevgili öğrencim Ülkü beni davet ettiğinde, ancak müstakil bir oda ayarlaması şartıyla bu daveti kabul etmiştim. O niyetle de yola çıktım. Ancak onların içinde sinmemiş. Onlar karı-koca ablasının müstakil evine geçerek kendi mütevazi evlerini bana bıraktılar. Ne olduğunu anlamadan “Hocam sen dilediğin gibi çalış, bir ihtiyacın olursa da ara, hemen geliriz” diyerek ortadan kayboldular.
Sabah erkenden kalkıp akşam gün batımına kadar yazdım, çizdim. Akşamları buluşup sohbet ve meşk ettik. Bu arada benim Cemalnur Hocam’a yakınlığımı bilen ve internet programlarından tanıyan arkadaşlar arada ziyarete geldiler, çevreyi gezdirdiler, sohbet ettik.. Sağolsunlar.
Hayatta hocamın talebesi olmanın ne demek olduğunu bu kadar kuvvetle hissetmemiştim. Onu temsil ettiğimi, artık nereye gidersem gideyim, kendimi değil onu yaşadığımı farkettim.
“Senin kendi hayatın yok artık, Eylül! Senin böyle bir lüksün yok.”
Bir süredir, mürşidimden işittiğim bu tesbiti, zamanı gelmiş olacak ki yaşamaya başladığımı görüyorum.
***
Sohbet Meclisi
Gençler toplanmışlar, hoca burdayken, illa sohbet isteriz, ilâhi gecesi isteriz demişler. Bu talebi işitince, İstanbul’daki talebelerimin beni havaalanında uğurlayışları hatırıma geldi. Bir fasıl ağladım. Yaklaşık 4 yıldır devam eden gençler sohbetini, vazifeli arkadaşlara devrederken, “bu fasıl da buraya kadarmış” deyip, hayırla tamamlamak nasip edilen bu görev için şükür secdesine kapanmıştım.
-Gerçi ben bunu, kazasız belasız atlattığım her eğitim yılının sonunda da yapmışımdır.-
Ve Amerika’ya uçarken, hayatım boyunca, sorulmadıkça, talep edilmedikçe, zorlanmadıkça kimseye bir şey öğretmek niyeti gütmeyeceğimi de biliyordum. Çünkü nacizane hissediyordum ki, Eylül, daima öğrenci olmak, daima taleb etmek, içmek ama kanmamak üzere yaratılmıştır.
Allah’ın ne hoş bir cilvesidir ki, ayak basalı henüz kırk gün olan bir ülkede, kendimi bir şekilde yine sohbet halkasının içinde buldum.
Zuhurata tabiyiz.
Talep etmedim, ama talep geldi. Bunun üzerine hocamı arayarak, kendisine teveccühü bulunan dostların sohbet isteklerini arzettim, destur aldım.
Hayırlı olsun dediler.
Hayırlı olsun.
Ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim, insan kendisinden kaçamıyor. Neysen osun diyorlar. Ben bu galat-ı meşhuru şu kadar günde, “kendimi” kilometrelerce ötelerde bırakarak geldiğim bir kıtada belli ölçüde tecrüb etmeye başladım.
Tabi yeterli bir kanıt mıdır? Henüz emin değilim. Bunun için son çare uzaya gitmeyi düşünüyorum. Eğer orda da bir kaç astronot ve uzaylı arkadaş çevreme gelip, ilahiyatçıymışsınız hocam, bir iki sorumuz olacaktı deyip kıbleyi filan sormaya kalkarlarsa işte belki o vakit kendimi kabul edebilirim, o saate kadar bu sözü kanıtlanmış kabul etmiyorum. Hocalıktan kaçıyorum.
Bunu da idrakimin eksikliğine verelim.
Bendir Ararken, İhvanı bulmak
Yalnız dedim, arkadaşlar, ilahi söyleyecek isek, benim ud yetmez, ritim-saz lazım. Bana dedim, bendir bulabileceğiniz bir yer var mı? Ülkünün eşi Muhammed sağolsun, bir arkadaşında olduğunu söyledi. Tabi çok üstünde durmadık önce, ancak Cumartesi akşamı acilen bu arkadaşı arayarak bendir talebimizi ilettik.
Central Park ve müze ziyaretlerinden yorulmuş olarak arabanın arkasında uykuya dalmak üzereyken, birden Ülkü’nün “Hocam, Muhammed’in arkadaşı size bir soru soruyor” sözüyle dirildim. Bendir istenen arkadaş, “kim bendir istiyor?” diye soruyormuş. Adımı verdiler. İsmimi duyunca bu defa da “Aliyar ile Levent’i tanır mı” diye sormuş. İlettiler. “Elbette”, dedim, çok iyi tanırım. İzmir ihvanımızdan, ünlü bestekar ve saz üstadları.
Artık bundan sonrasını çözdüm. Telefon da konuştuğumuz bizim Leventmiş. Şimdi buna ne denir? Tesadüf mü, Tasarruf mu? Yıllar önce okutup mezun ettiğim, bu gün Amerika’nın bir gardencitysinde yaşayan öğrencimin eşi, başka eyaletten bir dostumuzla arkadaş çıksın. Biraz durup düşünmeli.
Nacizane şöyle hissettim. Ben, Allah’ımdan bir bendir isterken, O bana ihvanımdan iki güzide insanı yolluyordu. Mürşidim, Dünyanın bir ucunda sohbet edeceksen, yaranın da seninle berbaber bulunsun, diyordu.
Tesadüf mü, tasarruf mu?
Onu işin sahibine bırakalım, lakin şu Hak: Allah latifü’l-habir.
Herşeyi görüyor, biliyor, içimizi ciğerimizi okuyor.
El-Hak: Allah el-müdebbir’dir.
Herşeyi inceden inceye tedbir ediyor, tertip ediyor.
Bunu bilip ona göre iş görmeli.
Hayy Hak.
***
Kamil Mürşid sayyaddır/Avcıdır.
Kamil mürşitler, sayyaddır. Yani avcıdırlar. Kuş dilini bilen Süleyman gibi, kendilerine gelen müridi, onun dilinden konuşarak avlarlar. Her ne kadar talebeyi, ezelde seçip almışlarsa da, yine de o müridin meşrebine uygun bir tarz ile kendilerine çekerler.
1999 yılında fakülteyi bitirmek üzere olduğum Haziran ayında, arkadaşım Nazende’nin peşi sıra giderek kendimi, Çiçekçide kız kulesine nazır bir evde Cemalnur Hocamın sohbetini dinlerken buldum. Üzerlerinde aşk rengi, eflatun bir elbise vardı. Gün batımında güneşin kuzguni bir renge bürüdüğü o loş odada, kendileri Mesnevi’den yalnız aşkın anlatıldığı gönül yakıcı bir bölüm okudular. Onun şerhinde, bütün akşam göz yaşlarımın tuzunda yana kavrula ağladım. Başka bir bölüm okunsa o derece etkilenir miydim? Aşk benim hayattaki tek zaafımdı. Allah aşkını bu derece kuvvetle duyduğum başka bir meclis olmamıştı. Yirmi yıldır dilimi konuşan bir insana ilk defa tesadüf etmiştim. Kendimi dünya üzerinde yapayalnız hissederken, ait olduğum aşk ve muhabbet meclisini bulmuştum. O gecenin şerhi uzun surer, ama konuyu bugüne bağlamak için şunu söylemeliyim ki, hocam beni, benim meşrebimle avladı.
Bu kadarla kalsa yine oradan bir adım öte gitmezdim, ama kalmadı. Sohbetin sonunda, biri keman diğeri ud çalan iki arkadaş, bazıları kendi besteleri olan muazzam bir ilahi faslı sundular. Işte orda bittim. Çünkü o vakitler –ailemin sabrını zorlayarak-günde on saate kadar ud çalıyordum. Soyut bir alem olan musiki bana, hakikate götürücü bir vasıta olarak görünüyordu. Sohbetten sonra dinlediğim o fasıl ile mürşidim, benim bir kez daha ama bu defa öncekinden de sağlam olarak kendine bağlamıştı. Bu benim meşrebimin çağırdığı bir akşamdı.
Hocamın sohbetinde, o günden sonra bir daha hiç görmediğim bu arkadaşlardan biri, bir kaç gün önce Amerika’da karşılaştığım ve Newjersey’deli sohbete iştirak eden Levent’tir. Sohbet esnasında, onu karşımda görünce “hayatta tesadüf yoktur” un en açık bir suretini gördüm.
Mürşidi olan tasarrufun elindedir.
Ve o mürşid, halifesi olduğu Hakk’ın vasfına bürünmüş, latif ve habir olandır.
Nüktedandır.
Burada hocamın talebelerinden kiminle karşılaşsam başım üstüne, çok sevinirdim. Ama benim için bu derece önemi olan bir günün mimarlarından biri ile karşılaşmam, gerçekten çok manidardır.
Hayy Hak.
***
Hasılı
Sohbetimiz, Newyork-Philadelphia hattı üzerinde seyredecek.
Müsait olanları,
Sohbete ve
İlahi faslına bekleriz.
コメント