top of page
Ara
  • Arzu Eylül Yalçınkaya

Geç kalkınca gelen mutluluk

Bu sabah biraz geç kalktım. Bazen olur. Akşam alıştığım saatte yatağa girmeyince – bununla geç kalmayı kastediyorum- uykum olmasına rağmen uyuyamadığım vakidir. O zaman derhal yataktan kalkar, bu çelişkiyi bünyeme ve hayat düzenime yapılmış hain bir saldırı telakki ederek  agresifleşir ve ta ki ağır bir darbeyle yıkılıncaya kadar da uykuya direnmeye and içerim:  Uyumam! Sonrası malum, sızdığım koltukta artık hiç te sabah denilemeyecek bir saatte; gözümün feri gitmiş, ağzımın tadı bozulmuş ve her yanım tutulmuş olarak uyanırım. Öyle sabahlarda sanki bu gamsız halime gücenerek, hayat gayem ve kimliğim dahi beni terketmiş gibi gelir.

Bu sabah da aynı hisleri duydum. Bir yandan hayat vermesini ümit ederek koca bir bardak suyu yudumluyor diğer yandan dalgın gözlerle mutfak penceresinden bakıyordum. Dışarda erken kalkmış, yol almış, bir kârın peşine düşmüş, o uğurda çalışmış ve yorulmuş binlerce insanın enerjisiyle örülmüş bir dünya vardı. Ben onun karşısında saygı duruşunda buluyor ve bu sessizlik anında; geç kalktığımı, geç kaldığımı, yapılacak işlerim ve vazifelerim olduğunu, artık çiçeği burnunda sayılmayacak bir yaşta ve sorumluluk sahibi bir yetişkin olarak -ya da olması gerekerek- nasıl olup da şu saate kadar uyuyup kaldığımı anlamaya çalışıyordum.

İlk gençlik yıllarımda tanıştığım ve o zamanlar en yakın bir arkadaşım olan pesimizm kapıyı çalmak üzereydi. Biliyorum, çünkü o da geç kalkar ve genelde öğlene doğru arkadaşları “kahve-dedikodu ve şikayet” üçlüsünü de yanına alarak kapı kapı dolaşır. Pesimizme kapıyı açmak üzere olduğumu farkettim. Halbuki bizim arkadaşlığımız yürümemişti, iyi anılarla ayrılmamıştık. O muhabbetten fayda yok biliyordum. Fakat karşı koyabileceğimden emin değildim. Derken diğer bir arkadaşım “pozitif düşünce”nin sesini duydum. Yüksek sesle o her zamanki beylik sözlerini tekrarlayarak merdivenleri çıkıyordu. “Olumlu düşün, iyi tarafından bak, sağlıklısın, gençsin, akıllısın, güzelsin..” Işin gerçeği ben bu “pozitif düşünce” ile de çok iyi anlaşamadım. O da beni pek tutmaz. Bu sabah bana gelmek istemesinin sebebi olsa olsa pesimizmin iş başında olduğunu duyduğu içindir. Aslında bu iki arkadaşın insanla bir meselesi yoktur. Biri geldi mi öteki de damlar, sonra ikisi kapışır, birbirinin başını yer, bu arada olan insana olur. Ne pesimizm ne pozitif düşünce, ikisinden de hazzetmem. Kendileriyle yakınlık kuran genç arkadaşlara faydalı olur ümidiyle biraz kendilerinden bahsetmek isterim.

Pesimizm şöyle başlar: En mütevazi bir surette gelir ve şu bildik teraneleri okur:  Ben zaten kimim ki, benim ne kıymetim var, sanki şu yaşa kadar neyin ucundan tuttum da kaldırdım, ne de olsa mütevazi bir “memurum, esnafım, ev hanımıyım, öğretmenim, terziyim” vs. gibi cümlelerle söze başlar. Bu cümleler yıllardır sarfedilir ve hemen her bünye üzerinde az ya da çok tesirlidir. Sonra, yavaş yavaş lafı tevazudan asıl gayesi olan kibre doğru çeker. Sohbete yedire yedire ikinci terkip başlar: Aman canım sanki çalışsam da ne olacak, zaten benim daha kendime faydam yok başkasına mı olacak, varlığımın hükmü ne ki yokluğum da aranacak? Pesimizm, bu tevazu maskesiyle gönüllere yol bulur fakat çok değil daha bir kaç dakika geçmeden onun nefesinde; kibriyle şeytana şapka çıkartacak bir nefsin ağız kokusu duyulur. 

Pozitif düşünce toplu taşımalarda bir ürününün tanıtımını yapan –amiyane tabirle- seyyar satıcılar gibidir. Hayatta kendisinden ve söylediklerinden daha önemli bir şey olmadığı, dahası sizi ve ihtiyaçlarınızı bilen tek varlığın kendisi olduğu hissini verir. Yüksek sesle konuşur. Kendisini kabul ettirmek için kısa ve etkili cümleler kurar. Olası itirazlara karşı bir tedbir olmak üzere cümlelerin arasına boşluk koymaz. Her yönden kuşatır. Gülümseyerek yaklaşır, kuvvetli ve enerjik kollarıya kişiyi sarar, sıkar, kasar ve sonunda boğar. Işte pozitif düşünce budur. Bir dönem onunla da muhabbetim oldu, kendi söyler kendi dinler bir arkadaştır.

Pesimizle Pozitif düşünceden bir iş çıkmaz. Onlar gelirler, birbirlerini yiyerek ve sonunda size başladığınız yerde fakat bir çok zaman kaybetmiş ve başınız ağrımış bir vaziyette terkederek giderler..

Bu sabah o iki arkadaşın zihnimin koridorlarında çınlayan sesini duyunca geldikleri gibi gideceklerini bilerek kendileriyle muhatap olmamaya karar vermiştim. Fakat ortaya yaşıma başıma yakışan yeni bir yaklaşım koyamadığım için de çaresizlik duyuyordum.

Ben bu fikir ve his yollarının buluştuğu kavşakta; şaşkın ve yorgun beklerken, 

aniden kendi dilimden dökülen

 bir sözle ayıldım. Şöyle diyordu-m:

Mesele şudur: İnsan ya mutludur ya değil. Bunun arası olmaz. 

Açıkçası böylece kestirip atmış olmak beni bile ürkütmüş bulunuyor. Şimdi düşünüyorum da bu kadar ölçülü, kararlı, mutedil ve dürüst konuşan ancak o ezeli dost olabilir. O ancak ruhun sesidir.

Kendi söylediğimi kendim anlamaya çalışarak yazmaya devam ediyorum. Insan ya mutludur ya değil. Mutluluk hali ancak tek bir ontolojik mertebenin sonucudur: Rıza. Buna kısaca memnuniyet diyebiliriz. Mutsuzluk hali ise herkes için farklı ve acı bir hikayenin neticesi olmakla beraber  o da kısaca memnuniyetsizlik/şikayet olarak özetlenebilir.  

Insan bulunduğu yerden ya memnundur, ya değil. Hele ki bu kişi mümin olduğunu iddia ediyor ise, durum daha vahim bir cümleyle de ifade edilebilir. “kişi ya mümindir, ya değil.” Mümin Allah’a inanan ve güvenen kişi demektir. Bir dayanağı güvenecek penahı olan kimsede huzursuzluk, mutsuzluk, güvensizlik olur mu? Olmaz.  Allah’ın birliğine, hayrın ve şerrin yaratıcısının tek olduğuna inanan kişi de, konumuyla ilgili bir şikayet olur mu? Olmaz, olamaz. Olursa o insan mümin/güvenen olmaz. Hücurat Suresi’de henüz yeni müslüman olan bedeviler için, iman ettik demesinler, buyuruluyor. Zira henüz ancak Allah’ın varlığı gerçeğine teslim olmuş fakat iman ederek ona can ü gönülden bağlanmış değillerdir. Amma bir kere de o bağ kuruldu mu, mümin o güveni gönlünde duydu mu da bir daha sarsılmaz. Aşk bir kere geldi mi, hükmünü icradan geri durmaz. Hane halkını, o şehir halkını yıkar viran eder, tahta kendisi geçer. Hala tebeanın vızıltıları duyuluyorsa, numaraya ne hacet o gelen eşkiyadır. Eşkiya şikayet getirir, sevgili huzur ve mutluluk, her halden memnun olmayı getirir.

Dedim ya: Bu sabah bir bardak suyu yudumlarken,

Ansızın yüzümde çakan aydınlığın

ve gönlümden taşan rahmetin içinden 

Beni çok mutlu eden şu sözler döküldü:

Kişi ya mutludur ya değil. Ya sevgilinin yüzünü bir kez görmüş ve başka şeyleri görmez olmuştur;

ya da henüz o güzelin peçesini kaldıracak bir diyet ödememiş olduğundan

huzursuzluk içindedir.

Vesselam..

2 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page