top of page
Ara
  • Arzu Eylül Yalçınkaya

Bisikletçilerin dikkatine: Turumuz aşk denizinin kıyısına kadardır.

İki gün önce Boston University yakınlarındaki bisikletçilerden çok sevimli bir bisiklet aldım. Bisikleti alıp ilk turu attığımdaki halimi anlamak için karnesini beşle döşeyen bir çocuğun, tatil hediyesi olan bisikletle attığı ilk turu düşünmeniz yeterli olacaktır. İki tekerlekli

bir vasıtanın üzerinde bu derece vakur duruşum, beklenin tersine renkli ve neşeli bir tablo oluşturdu.

Halbuki burada bisiklet kullanmanın trafikte ciddi bir yeri var, seni dikkate

Kasket

alıyorlar. Yolun var, kafana göre gidemiyorsun.  Henüz kuralları öğrenmedim, bisikletli birinin peşine takılıp gidiyorum. Ama gecikmeden öğrenmeli. Kask takmak zorunlu, o yüzden, kask, iç şapka gibi bütün levazımatı da aldım. Feyza beni kasketle görünce, “Zaten hızlı hareket ediyordun, şimdi tam atom karınca oldun” diye takıldı.  Haklı. Şimdi ben fıtır fıtır gezer, evelallah her yanları keşfederim.


Kutuphane-2

Şimdi Waltham Merkezden bahsedelim. Burasını yerel unsurların hakim olduğu, küçük bir kasabaya benzetebiliriz. Tek bir cadde üzerine yerleşmiş kafeler, avrupa tatlarını sunan pattiseriler, meksika yemekleri yapan restoranlar, yoga, çin masajı gibi uzak doğu öğretilerinin sunulduğu mekanlar, publar, bankalar, bizdeki bakkallara benzeyen sevimli dükkanlar, butikler, sahafları andiran kitapçılar, büyük bir halk kütüphanesi, park ve tabi ki bizdeki merkez caminin yerinde bir klise var. Kendine yeten nezih, sevimli, güzel bir semt merkezi. Çok sevdim. Ama ben burada oyalanmayarak doğruca kütüphaneye gittim.  Çok da isabetli olmuş. Haftanın dört günü sabah 9 akşam 9 açıkmış. Akşama kadar çalıştım. Ancak cumadan itibaren üç gün saat 5te kapanıyor. BU gün beşten sonra Moody Streetteki sahaflardan birine gittim, orada çalışıyorum. Kitapların ortasında küçük bir çalışma köşesi buldum. Bir yandan çayımı yudumluyor, eski kitapların kokusunu içime çekiyorum, diğer yandan kitapçının diğer köşesinden gelen gitar sesinin yarattığı huzurlu ortamın keyfini sürüyorum. Blogumu yazmak için daha güzel bir yer olamaz. Gündüzleri kütphanede çalışıp akşamları burada kendi yazılarıma odaklanabilirim.

Bu durumda, bir çok şükür arası vermek istiyorum, çünkü bundan sonra çalışacağım mekanlar az-çok belli oldu demektir..

Kütüphaneye dönecek olursak, burada beni şaşırtan şey bir çalışma günü için oldukça kalabalık olmasıydı. Amerikada aralıksız televizyon seyredip cips yiyen, bunu bir yaşam tarzı olarak benimsemiş insanlar olduğunu hep duyuyoruz. Ama, okumaya özellikle de roman okumaya meraklı olduklarını da duymuştum. Gerçekten, kütüphanenin en zengin bölümü romanlara ayrılmış durumdaydı. Bir halk kütüphanesi olduğu içindir, sonuçta üniversite kütüphanesi değil. Ancak bu da halkın romana meraklı olduğu yönündeki iddiaları destekliyor. Bugün bir iki roman meraklısına rast geldim. Özellikle bir kadın, çok düzenli olarak yaptığını hissettiğim bir tabilik içinde, kucak dolusu roman seçerek onları ödünç aldı. Bunu her hafta yaptığını düşünerek çok imrendim.

İşin gerçeği Üniversiteden beri, şöyle gönlümce serbest okuma yapamadım. O vakitler gecede bir iki roman bitirmeden uyumazdım. O dönemin icabı oydu sanırım, üniversiteyken kendini yapılandırmaya çalışıyor, çalışma hayatına ve hizmete yönelmeden önce, iç dünyanı yapılandırmak için kendine yöneliyorsun. Bu da mutlaka bir soyutlanmayı gerektiriyor. Belki herkes için bu böyle olmuyor en azından bu süreçten geçenler hayata daha donanımlı olarak başlama fırsatını kendilerine vermiş oluyorlar. Çok şükür bir zamanlar bu süreci yaşamak nasip oldu. Ancak, bana aradan geçen zaman zarfında, sanki okuduğum öğrendiğim, tecrübe ettiğim herşeyi öğrencilerime verdim, anlatacaklarımı anlattım, söylemek istediklerimi hepsini söyledim ve şimdi  kabımı yeniden doldurmak üzere yeni bir öğrencilik sürecine girdim gibi geliyor.

Kabını doldurmak.. kendi sınırlarını zorlamak, o sınırlara ulaşmak.

Büyük bir zevk olmalı.

Ama bu sürecin öncekinden farklı olduğunu hissediyorum.

Kabı doldurmak güzel de bunun bir ağırlığı var.

Yüklediği sorumluluklar, zorunluluklar var.

Oysa ben bu defa, yolun neresindeyim, menzile daha var mı

kabımı ne kadar doldurdum gibi endişelere aldırış etmeden ilerleyip

aşk denizinin kıyısına erişmek,

ve varlık kabımı aşk deryasına daldırarak

orada yitip

gitmek istiyorum..

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page