top of page
Ara
Arzu Eylül Yalçınkaya

“Zaman ve “Güzel Netice” ilişkisi üzerine-2

B.

“Her ne şeye ki zaman verirsen o şey güzel olur.”

Fikir mayasını gönül küpüne çaldık, üstüne bir zaman bekledik, biraz uyuduk dinlendik. Sonra küpün ağzını açınca baktık gördük ki demlenmiş kıvamını bulmuş. Bir kasede dostlara sunalım dedik.

***

 İnsan ve zaman ilişkisi üzerine düşünceler:

Zamansızlık aleminden, felekler alemine inen insan, bir kez bu çarkın içine düştükten sonra bitmek tükenmek bilmeyen bir imtihan sürecine girdi. Bu süreçlerden yüz akıyla çıkmasını sağlayacak vasıflar  ise zaman içerisinde gösterdiği kararlılık, istikrar ve istikameti muhafaza etmek gibi, geçerliliği ancak bir ömür süren mücadele ile ispatlanabilen vasıflardır.

Söz konusu vasıfları en güzel şekilde tebarüz ettirmiş olan peygamberlerin hayatlarını incelemek bu noktada faydalı olacaktır. Zira onlar, güzellik ve kemal yolunda zamanın kıymetini, bu uğurda sarfettikleri ömür pahasına idrak etmiş bulunuyorlar.

Zamanın önemini ve kıymetini en iyi bilenlerden birisi Adem babamız olsa gerektir. Çünkü, o, eşiyle birlikte bir müddet zamansızlık aleminde bulunmanın zevkini tatmıştı. Fakat, kaza gelince basiret bağlandı ve Adem babamız ile Havva anamız zamanın olmadığı o yerde -nasılsa- bir gaflet anına tesadüf ettiler. Bunun neticesi olarak, mekan ve zaman kaydının olmadığı cennet yuvalarından ayrılıp –meateessüf- ay altı alemine indirildiler. Kendilerine mühlet/zaman verilmiş olarak bu dünyaya inen, bu iki güzelin ilk imtihanlarının da  yine zamanla ilişkisi olması ne garip bir tesadüftür.  Adem babamızın Hindistan’ın ucra bir adasına, Havva anamızın ise Arabistan’ın kavurucu sahralarına düştüğü ve yıllarca pişmanlık ve hasret gözyaşları döktükleri rivayet edilir. Nice zaman sonra Arafat denilen tepede bir araya geldiklerinde, bu kavuşmada önceki beraberlikten çok başka, gurbetin ve ayrılığın öğrettiği şeyler vardır ki bunlar sonradan  ademoğulları ve havva kızlarına miras kalacak aşk, sevgi, vefa, istikamet  gibi en mukaddes değerler olsa gerek.

Ancak bu kavuşma ilk karşılaşmadan başkadır. Devir değişmiş, Cennet’teki gibi her türlü nimetin zahmetsizce ve her vakit  hazır bulunduğu o dem geride kalmıştır. Artık ekip biçmek, toprağı belleyip beklemek zamanıdır. Artık buğdayı dövüp un etmek, bir lokma ekmek için zahmet çekmek zamanıdır.

Adem’in sülbü de bu şartlar içine doğar. Fakat her doğan bir zaman bir emek ister. Ham meyvelerin olgunlaşması nasıl yaz mevsimini beklerse, ham ruhların eğitimi de, -yalnız kağıtla kalemle olmaz- ancak dünya zorlukları içinde pişmek suretiyle gerçekleşecektir. İkiliğin tahrikine kapılmadan birlik yolunda dosdoğru gidebilmek, sırat-ı müstakimde daim olmak ise, ancak zaman, emek ve mücadele işidir.

Ömürlerini istikamet üzere geçiren resullerin hayatlarına, “zaman” merceğinden bakınca daha bir çok ayrıntı yakalamak mümkün:

Nuh Peygamber (a.s) halkını tam dokuz yüz yıl Hakk’a davet etti. Ne uzun bir zaman, ne büyük emek. Yakup (a.s) yıllarca Yusuf’um diye ağladı. Ama mesafeler ötesinden, Yusuf’un gömleğinin kokusunu duyacak inceliğe, biraz da hasretle geçen bu zaman zarfında erişmedi mi? Yusuf (a.s) yıllarca karanlık kuyularda, zindanlarda çile çıkardı. Ama onun nur yüzünün kıymeti o karanlıklarda aşikar olmadı mı? Züleyha’yı anmamak olmaz. Aşk uğruna ömür vermiş bir güzel..  ama onu aşk derdine düşüren, ay yüzlü Yusuf’uyla arasına giren de yine o yaşanmış yıllar, o zaman ve devir farkı değil miydi? Eyyup (a.s)’ın devası, yanıbaşında kaynayan bir suda saklı iken, acaba yıllarca devayı başka yerlerde aramasındaki hikmet neydi? Musa (a.s)’a ilim, onu taşıyacak güce erişip kemale erdiği zaman verildi. Ona rağmen asıl yetkinliğini ve güzelliğini, İsrailoğulları’nın bin bir derdiyle uğraştığı kırk yıllık zaman zarfında edinmedi mi? Yunus’un çilesi balığın karnında Hakk’ın dilediği süre boyunca kalmaktan ibaretti. Ama devşirdiği hikmetin tohumu, o sabırla geçirilen zamanın ta kendisi değil miydi? Meryem anamız, İlahi bir işaretle, kendisine iftira atanlara cevap vermeyerek, üç gün konuşmama orucu tuttu, hiç söz söylemedi. Takdir edilen zaman geçip üçüncü gün dolunca, İsa (a.s) dile gelerek hakikati söyledi.

Nihayet Hz. Peygamber (a.s), hakikati ezelden beri parlayan bir nur olmasına rağmen, aleme teşrif için insanlığın yüzyıllar boyu süren kemal sürecini bekledi. Kur’an’ın manasını kendisinden bulmasına rağmen, vahyin gelişini kırk yıl boyunca beklemesi de onun güzelliğine güzellik katmaktan başka neydi? Allah sevgilisi vahyin ağırlığına ve tebliğin zorluklarına yirmi üç yıl sabretti. Hakk’ın üzerine yüklediği emaneti halka iletmek için, gecesini gündüzünü, bütün zamanını, hasılı ömrünü vakfetti.

Ümitsizliğe düşüp bir an ara vermedi

ki bir işi layıkıyla yapmanın şartı olan

İstikrar ve istikamet işte tam da bu demekti.

* *

.

Nuh Peygamber’in dokuz yüz yıl zarfınca bu yoldan dönmemesi, Hz. Yakup’un, yalnızca bir ya da iki gün için değil ama ta ki evladına kavuşuncaya kadar ümidini muhafaza etmesi, Hz. Yusuf’un karanlık köşelerde beklediği zaman boyunca, Allah’a olan güvenini canlı tutması..

Hasılı bu fikir mayasını, düşünce küpüne atınca şu güzel nükteye eriştik

Onu da dostlarla paylaşalım dedik:

Emek verilen her işte

neticeyi güzel kılan,

ancak

devamlı olarak vakfedilen zamandır.

Belki, işin sırrı

Bir yolda zamana takılmaksızın sabit kadem olarak yürümeyi göze almaktadır

Ya da başka bir değişle,

Güzel ve hayırlı neticeler

ancak

istikamet sahibi kalblerin

harcıdır.

A.Eylul Yalcinkaya

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page