Yüksek lisans tezimi çalışırken bir günlük tutmuştum. Çalıştığım konularla ilgili notlar alıyor ve günlük hadiseleri o bilgiler ışığında değerlendirmeye çalışıyordum. Tuttuğum günlükten alınma bir bölümdür. Bu gün göz gezdirirken, sanki ben yazmamışım gibi okuyup duygulandım ve burada paylaşmak istedim.
***
“Resulullah (s.a.s) buyurdu:
“Mümin, hürmete layık, yüzü nurlu, yumuşak huylu, güzel ahlaklıdır.” “Resulullah çadırından çıkmayan bir kızdan daha hayalıydı. Hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman, hoşlanmadığını, onun yüzünde farkederdik.”
“Bir müminin kardeşine şiddet göstermesi, yahut kardeşine ona eza veren bir nazarla bakması helal olmaz.”
“Resulullah (a.s) buyurdu ki: bir müslümanın saygısının çiğnendiği yerde, yahut ırz ve namusunun ayıplandığı bir yerde yardımsız bırakan bir kimseyi, Allah Teala, kendisinden yardım istediği bir yerde yardımcısız ve zelil bir halde bırakır.”
Bütün ders aralarında Kitab-ı Zühd’den bölümler okuyarak bazı hadisleri not aldım. Gönlüm ve zihnim insan haysiyetinin önemi ile ilgili konular etrafında dolaştı. Sonra akşam okul çıkışı yorgun argın kendimizi metrobüse attık ve sosyal bölümden bir arkadaşla sohbete başladık. Muhabbetin tam koyulaştığı bir noktada otobüsün, bir süredir ilerlemediğini farkettik. Hemen sorduk, soruşturduk. Hadise şuymuş: Zincirlikuyu mevkiinde -ne olmuşsa artık-, önde giden aracın içindeki bir yolcu son durak olmasına rağmen bir türlü otobüsten inmiyormuş. Yine sebebi meçhul, ama bu şahış otobüsten inmek de istemiyormuş. Hatta biraz direnç bile göstermiş. Burdan sonrasını gözümle gördüğüm için rivayet kipini bırakarak anlatımı elime alabilirim.
Derken bizim otobüsün şöförü tek hamleyle kendini otobüsten attı. Ikinci hamlede öndeki otobüsün arka kapısından uçarak içeri daldı. Sonra bir naaaralar, bir bağırış, bir kıyamet. Bir sonraki sahnede direnen adamın kafası, otobüsün merdivenlerinde görülecek şekilde -tamamıyle tekme tokat- dışarı atıldığına şahit olduk. Ve hemen ardından adamcağız metrobüs istasyonuna yakın bir kaldırıma bir yığın halinde bırakılarak, terkedildi ve çok kıymet verdiği anlaşılan çantası da alelacele eline tutuşturuldu. Üstü başı dağılmış, kendinden geçmiş bu müslümanın her yanından ter fışkırıyor, konuşacak hali kalmadığı için yardım isteyen gözlerle etrafta dost bir çehre arıyordu. İki otobüsün şöförü ve yolculardan oluşan bir seyirci grubu zafer naraları atarak tekrar otobüse girdiler. Haklılıklarını delillendirmek için ellerinde bir şeyi olmayan ve diğer yandan haklı olmadıklarını da hisseden her yarı vicdanlı gibi konuşa konuşa geliyorlardı. Görüntü içimi cız ettirdi.
Bir sure otobüs içinde devam eden bir konuşmanın ancak şu kadarına katılabildim:
Konu şu eksende şekillendi: Adam kesin içkiliydi ya da..
tahminen ama canım ya da mutlaka kesin
adam içkiliydi.
Vicdanların sesi birbirine karışıyordu.
Nalet olsun , dedi birileri
Olmaz böyle şey canım, dedi, bir diğeri.
Orta yaşlı bir kadın bu fikri kuvvetlendirmeye çalıştı ama sesi çok inançsızdı:
-Canım, dedi,
madem içiyorsun, gündüzleyin,
o kadar içmeyiver sende.
Az iç.
Artık bu noktadan sonra meselenin dayanılacak bir tarafı kalmamıştı, usulunce konuya girip:
-Ne bilicen, dedim belki adamın bir derdi var.
Kadın bu sözle aniden merhamete geldi, ancak bütün bir otobüs seyircisinin önünde başlayan bu konuşmaya devam etmek gerekliydi:
-Canım derdi varsa, bir psikoloja gitsin, değil mi ya?
diye devam etti.
Ama dediklerine kendine inanmıyordu. Sesi çok cılızdı.
Eh, bu kadar cılızlaşan bir sesi de –biiznillah- devirmemek olmazdı. Ben de gülümseyerek cevap verdim:
“Kimbilir,
belki de psikolaga gidiyordu.”
Kadın da sonunda mahcup bir gülümseyiş attı ve açıkça ‘haklısın kardeşim, topluca ayıp ettik” demeye gelen bazı yarım yarım cümleler sarf etti.
Şimdi yukarıdaki hadisleri tekrar okuyunca işte bu hadiseyi hatırladım,
Hatırlayınca da içim bir daha ve bu defa daha da kuvvetle
“cızz” etti.
***
Bir cız etme hadisesini de bir kaç gündür Harvard Meydanı’ndaki bir Kafe’de yaşıyorum. İçim buruluyor. Bu Kafe çok büyük ve sıcak olduğu için, genelde “homeless” denilen evsizler, arada ısınmak için giriyor ve köşelerdeki koltuklardan birine usulca ilişip ayak üstü uyuyorlar. İçlerinden birisi eğer meydanda durup elinde tuttuğu bardağa kahve alacak kadar para toplayabildiyse, o koltukta o günün en keyifli uykusunu rahatsız edilmeden uyuyabiliyor. Eğer toplayamazsa ve çok üşüdüğü için yine de içeri girdiyse o zaman o uyku en tatlı yerinde bölünüyor. Çünkü bir süre sonra çalışanlar yapılan uyarıları dikkate alarak ya da farkederek gidip o evsizi önce rica minnet, sonra ite kaka kaldırıyorlar, dışarı atıyorlar. Dışarısı bazen durulamayacak kadar soğuk oluyor. O vakit işte benim içim, o metrobüs hadisesindeki gibi “cızz” ediyor.
Tabi öncelikle bu tür kişilerle ilgilenmek o devletin hükümetine ait bir görev ama onun yetmediği yer de bizler varız, evelallah. Bizler yoksak, her “birimiz” varız. “Ben” varım. Sen varsın. Hz. Peygamber (a.s) buyuruyor (mealen) Bir müslüman hoş olmayan bir şeyle karşılaştığında gücü yetiyorsa onu eliyle düzeltsin, yetmiyorsa diliyle, o da yetmezse kalbiyle buğzetsin ve bu müslümanlığa, insanlığa yakışmaz, sen affet Allah’ım desin.
Karar aldım, böyle bir hadisenin gerçekleştiğine bir daha şahit olmayacağım.
O durumda ya gidip o adama bir kahve ısmarlayacağım,
-şimdi biraz radikal olacak ama
baktım başa çıkamıyorum,
usulca o mekandan çıkacağım.
Comments