top of page
Ara
Arzu Eylül Yalçınkaya

Ramazan geldi hoşgeldi

Hoşgeldiniz, safalar getirdiniz ey Şehr-i Ramazan.

Çocukluğumun ramazanlarından bahsedecek kadar büyüdüm sanırım. O halde şuradan başlayalım: Kendimi ve Osmanlıca’nın inceliklerini bilecek yaşa gelinceye kadar “şehr-i ramazan” ifadesinin ne anlama geldiğini anlayamadım. Sanırım bu kadar içimize işlemiş bir tabiri yadırgayarak ne anlama geldiğini sormak biraz da gücüme gidiyordu. Yıllar böyle geçti. Mahyalarda okudum, radyoda televizyonda işittiğim şehr-i ramazan ifadesi benim için cevabı mecçhul bir bilmeceydi. Nihayet ramazan ve şehir arasındaki ilişkiyi, İlahiyat fakültesinde Arapça hazırlık sınıfına giderken çözebildim. Belki benim gibi sormaya çekinen olur diye yazıyorum: Arapça’da şehr, “ay” demekmiş. Şehr-i Ramazan deyimiyle karşıladığımız, şehrimize bir ay misafir olan, “ramazan ayı” imiş.

Fakat şehir ve ramazan ayı arasındaki ilişki benim gönlümde değerinden hiçbirşey yitirmeksizin devam ediyor. Şehirde doğup büyümüş ve ramazanı yıllarca şehirde karşılamış bir mükellef olarak şunu tesbit etmiş bulunuyorum: Her ne kadar nefsin arzularına ket vurma niyetiye gelse de, Ramazan tek tek bireylere değil, fakat topluma, köye, kasabaya ve özelikle de şehre geliyor.

Çok şükür şehr-i Ramazan’ı yıllarca İstanbul’da yaşamak nasip oldu. Çocukluğumda sabahtan akşama kadar kaçmaması için sıkı sıkıya tuttuğum Ramazan orucunu, adeta bütün bir ramazan ayını muhafaza etmek istercesine tutardım. Sanki orucumu bozar da, tutamazsam bütün bir Ramazan ayı da evimizden, mahallemizden, şehrimizden küskün ve kırgın olarak kaçıp gidecekmiş gelirdi. Oysa Ramazan güzeldi. Halbuki ramazan ve oruca dair hayalimde beliren ilk tablo, aç ve susuz olarak geçen sıcak bir Haziran günüdür. Buna rağmen, hatırladığım en kuvvetli his: Ramazan ve açlığın zevkidir.

Haziran ayının uzun günlerinde oruç tutmaya başlamıştım. İftar saati o kadar geç geliyordu ki artık ondan ümidi keserek yaşamaya alışmıştım. Okuldan geliyor, uyuyor, ödevlerimi yapıyor, dışarda oyun oynuyor, sofra başında kitabımı okuyor, bir yandan iftarı bekliyor diğer yandan gizliden gizliye belki bizi bırakıp gitmiş ve gelmeyecek diye düşünerek kendimce hayatımı idame ettirmenin çarelerini arıyordum. Güzeldi. Ramazan gelince ev başka, sofra başka, mahalle başka güzeldi. İftar sofrasında manevi sohbetler dinlemek, tek ulusal kanaldan verilen inanç dünyası programını seyretmek, ailenin en küçüğü olmam sebebiyle fırında pide kuyruğunda beklemek, annemin iftara doğru artan telaşını izlemek,  akşam ezanıyla mahallemizin büründüğü ıssızlığı gözlemek güzeldi.

Trt 1 de ezanın okunması hiçbir zaman iftar saatinin geldiğini garanti edemezdi. illaki bizim caminin ezanı okunacak, illaki tepeüstündeki caminin minaresinin ışıkları yanmış olacak, illaki çekmece gölünün karşı yakasından atılan top sesi duyulmuş olacak. Bu üç işaret tamam olsa dahi, “Allah’ım senin rızan için oruç tuttum..” duası dinlenmeden orucu açmak bir tedbirsizli ve biraz da edepsizlikti.

Yaz iftarlarının en güzel tarafı misafirliğe gittiğinizde illaki bu işin ister istemez sahura bağlanmasıdır. Böylece misafir olduğunuz evin düzenine iyiden iyiye alışıncaya kadar orada bulunma imkanı vardır. Babalar teravihe gider, hanımlar mutfağa girer, çocuklar bu telaş içinde oyunlarını teklifsizce azgınlığa vardırırlar. Duruma göre hepberaber teravihe gidildiği de olur, bu durumda dönüşte dondurma alma fırsatı ele geçmiş demektir-ki bunu hiç bir zaman kaçırmadığımı ifade etmek isterim.

Sahurlar başka bir eğlencedir. Bir kere davulcu meselesi var. Davulcu bana daima başka bir alemden gelen, ne insan ne peri, fakat değişik bir tür canlı olarak görünmüştür. Annem ilk sahur yemeğimizi hazırlarken, davulcuyu izlemem için beni mutlaka kaldırırdı. Sanırım, farklı bir türe mensup olduğu yönündeki düşüncelerimin temelinde gecenin karanlığında böylesi bir gümürtüyü dayak yemeden rahat rahat çıkarabilmesinden ileri geliyordu. Öyle ya normal bir zaman da buna kim cesaret edebilirdi.

Sahur için uyanan pencereleri seyretmek güzeldi. Kim kalktı, kaçta kalktı, kaçı uyandı. Sabahın ikisinde üçünde asla yakalayamacağınız toplu bir hareketlilik. Bu şehri uyandıran gizli bir güç olarak şehr-i Ramazana olan hürmetim ve saygınlığım her sahurda daha da artmış olmalı.

Annem babam, abim, ümit ve ben. Küçük mutfak masasının etrafına sıralanır, tabak tabak yemekleri, bir vazife şuuru içinde yerdik. Burada acıkıp acıkmamanın bir önemi yoktur. Sahura kalkılır, yemekler yenir, tas tas hoşaflar içilir, karınlar doyurulur. Açlık, yarının meselesi. Çok gülerdik. Sebepli sebepsiz. Abim hiç konuşmadan ve gözünü açmadan bütün bir sahuru başını duvara yaslamış bir şekilde geçirebilme kabiliyetine sahipti. Fakat bütün esprilere-ki özellikle de bu durumda onunla ilgili yapıyorduk-istisnasız gülerdi.

Sahura dair diğer önemli bir mesele, imsak vaktidir. İmsak vaktinin  girmiş olduğu ile ilgili sansasyonlar yürekleri hoplatırdı. Vakit geldi de ezan okunmadı, yok okundu da biz  duymadık,  hayır efendim daha okunmadı, canım okunsa da ezan bitinceye kadar zamanımız var… Bu kabilden sözlerin sonu gelmez sonunda “her koyun kendi bacağından gider” anlayışıyla imsak konusundaki karar, fertlerin vicdanlarına tevdi edilir. sonrasında namazı bekleyenler oturur Kuran okur, beklemeyenler doğru yatağa gömülür.

Ben namazıma devam etmeye çalışsam da beni kendi kıldığım namazdan çok babamın namazdan sonra Bakara Suresi’nden okuduğu aşrı şerifi etkilerdi. “Amene’r-resulü.. ” diye  başlayan ilahi kelam ne söyler, neler anlatırdı bilmezdim ama, inanırdım. Ramazanın güzel olduğunu, orucun güzel olduğunu, şehirde ramazanın bir başka olduğunu, bu seneye eriştik, Allah cümlemizi nice senelere eriştirsin, birliğimizi daim etsin, anamızı babamızı başımızdan eksik etmesin, açlığı gördük, fakirliği duyduk, Rabbim kimseleri açlıkla terbiye etmesin mi demek isterdi acaba. Bilmezdim.  Ama sanki bana öyle gelirdi ki babamın sesiyle birden yükseliveren bu kelamı şerif canlıdır, sanki sihirli bir lambadan ansızın çıkıveren bir peri gibi her sabah bize yüz gösterir ve şöyle der:

Hoşgeldin ey şehr-i Ramazan

Kalbimize, evimize, şehrimize Hoşgeldin.

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page