B. Şimdi penceremden dışarı bakıyorum. Gördüğüm manzara bana şu mutfak kapısından elinde bir sepet girdiğin o Eylül sabahını hatırlatıyor. Hava yine böyle serinceydi, yapraklar yaz kavrukluğuyla, mutlu ve vakur, dallarından düşecekleri o anı bekliyordu. Gün ile gece mehtabın mütebessim çehresinde buluşmuştu. O vakitler kapının girişindeki asma bu kadar dallanıp budaklanmamıştır belki. Ama hanımelleri ile taçlanmış, her yandan sarmaşıkların sardığı revaklı yol tıpkı bu sabah olduğu gibi gizemli bir geçiti andırıyordu. Seher vakti tüm berraklığı ile işleyen keskin bir zeka ya da her türlü art niyetten hali bir kalp gibi, hava da o sabah kendisini bulandıracak her türlü arızadan, rüzgardan kokudan, sisten ari idi. Tıpkı gönlümün içinde bir hisse, zihnimin çetrefilli geçitlerinde bir fikre tesadüf eder gibi; mutfağa inen merdivenleri henüz yarılamışken elinde sepetinle seni revaklı yolun başında gördüm. Göz göze geldik, gülümsedin, gülümsedim. Sen bana bir sepet dolusu yiyecek getirmiştin. Kapıyı açtım mutfağın ortasındaki büyük tezgaha sepeti bırakırken bakışlarını kaçırıyordun. Anlaması ne kadar zordu, anlat desem anlatamazdın da. Sanki sen bana her sabah böyle bir sepet dolusu yiyecek getiriyormuşsun, ama nasıl diyeyim alemin nizamı sanki buna bağlıymış da getirmezsen felek istikametinden şaşacakmış gibi, öylesi bir tabiilikle içeri girdin ve hediyeni şuracığa tezgahın üzerine bırakıp kaçıverdin. Ben de güneşin doğudan yükselişine, batıya yönelişine; küçücük bir tohumdan dev gibi bir servinin boy verişine, canların ten giyişine, galaksiler içinde küçücük bir noktadan ibaret dünyanın üzerinde dev adımlarla yürüyüşümüze, işte tüm olağanüstülüğüne rağmen alışkanlık kesbettiğimiz için doğal karşıladığımız her hadiseye nasıl bakıyor, nasıl kabul ediyorsam, senin tezgahın üstüne bıraktığın sepeti de öylece aldım, kabul ettim ve acıverdim.
Penceremden Geçen Eski Günler
Arzu Eylül Yalçınkaya
Comments