Ken’ân Rifâî, Muktezâ-yı Hayât adlı kitabı Balıkesir Karesi İdâdisi’nde müdür olduğu sırasında kaleme almıştır. Eserin Mukaddimesi’nde müellif, son derece mütevazi bir şekilde kitabın içeriğinde bahseder ve kitabı Lise öğrencisinin Fen alanındaki yardımcı kitap ihtiyacını karşılamak maksadıyla yazdığını kaydeder. Eser altı bölümden oluşur. Adından da anlaşılacağı üzere kitap, hayatın icap ettirdiği şeylerin, kimya ve biyoloji ilmi ile izah edilmesi üzerine kurgulanmıştır. Toprak, hava, su gibi unsurların işleyişi ve insan üzerindeki tesirleri incelendiği gibi, gıda ürünlerinin ve bilhassa yenilen ekmeğin insan vücudundaki tesirleri de ayrıntıları ile anlatılmaktadır. Rifâî, günümüzde pek çok hastalığın sebebi olarak kaydedilen, “Gluten”e ayrı bir bölüm ayırmıştır. Glutenin nasıl oluştuğu, hangi gıda ürünlerinde ne ölçüde bulunduğu, besin değeri ve zararları ayrıntılarıyla işlenmektedir.
Ken’ân Rifâî, çok genç yaşta yazdığı bu kitabında büyük bir bilgi birikimi ortaya koyar. Rifâî bu kitabı kaleme almaya vesile olan mâlumatı, Galatasaray Sultânîsi eğitimi sırasında elde etmiştir. Bilineceği üzere dönemin Sultânî eğitimi, günümüzün yüksek lisans eğitimine denktir. Ken’ân Rifâî, eseri Fransızca eserlerden istifade ederek hazırladığı için tercüme-telif türünde bir kitap olduğunu söyleyebiliriz. Eserde kullanılan dil, bilimseldir ancak kitabın bazı yerlerde Rifâî’nin dini-mânevî yönünden izler taşıyan ifadeler yer alır. Ayrıca, eserde XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki şehir ve toplum hayatını resmeden ve eleştiren ifadelere de rastlanır. Aşağıdaki paragrafı her iki yaklaşımın bir örneği olarak incelemek istiyoruz:
“Şurasını da beyân edelim ki mevâd-ı mütevenniyâ süra’ti nokta-i nazarınca derecât-ı mütenevviada teberrüt edüp yine derecât-ı mütenevvia işâ’ nesâr-ı harâret olur. En evvel teberrüt eden mevât en ziyâde şebnemi cezbedebilendir. İşte bunun içindir ki sayfın serîn bir akşamında çimenlerin ve merâ’ların rutûbetli olup nûş-i şebnem ettikleri ve hâlbuki gayr-i mezrû’ toprak ve şehirlerin büyük cadde ve yolları Cenâb-ı Vâcib’ul-Vücûd hazretlerinin bu ihsân-ı harikulâdesinden haberdâr bile olamadığı müşâhede olunur.”
Ken’ân Rifâî bu paragrafı şebnemlerin oluşum süreci konusu içerisinde kaleme alır. Şeyhin, suyun fizik alemdeki farklı formlarını incelediği bu bölümde, “İşte bunun içindir ki, sayfın serin bir akşamında çimenlerin ve merâların rütûbetli olup nuş-i şebnem ettikleri ve halbuki gayr-i mezru toprak ve şehirlerin büyük cadde ve yolları Cenâb-ı Vâcibu’l-Vücûd hazretlerinin bu ihsân-ı hârikulâdesinden haberdâr bile olamadığı müşâhede olunur” ifadesini kaydetmesi çok ilgi çekicidir.
Rifâî burada, şebnem denilen tabiat hadisesinin öncelikle Cenâb-ı Hakk’ın latif isminin bir tecellisi olarak, güzel yönlerine dikkat çeker. Ancak, onun bir üzüntüsü vardır. Zira büyük şehirlerde, topraktan ve ziraat alanlarından uzak olan yerlerde yaşayan insanlar, bir yaz akşamı gerçekleşmesi mümkün olan bu latif şebnemi görme ve onda Hakk’ın tecellisini müşâhede etme imkanından yoksundurlar. Zira asfalt denilen yeni yapı, şebnemin oluşumuna veyahut bir çiçeğin, bir yeşil tabiat örtüsünün üstünde olduğu gibi muhafaza edilmesine müsaade etmez.
Ken’ân Rifâî, XIX. yüzyılda hızla değişen yaşam şartlarını ve şehir hayatının insanı önce tabiattan ve sonrasında tabi olan insan fıtratından nasıl uzaklaştırdığını, minicik ve titrek bir şebnem tanesi üzerinden bu şekilde resmetmektedir. Üzerinden yüz elli yıla yakın bir zaman geçmiş… O büyük kalem bu günün de meselesi olan bir probleme eserinin satır aralarında işte bu suretle dikkat çekmiş… Fıtrata uygun yaşamak, insan yaratılışına uygun şehirler kurmamız temennisiyle. Bu suretle bir şebnem tanesi bir yaprağın üstünde titrediğinde, kalplerimizin de Allah diyerek titrediği günleri görmek mümkün olacaktır inşallah.
Arzu Eylül Yalçınkaya
Comentários