Mesnevî’de Güzel Ahlâk
Mevlânâ Celâleddin Rumî’nin Mesnevî’sinin temel iki kaynağı Kur’an ve sünnet olması sebebiyle, Mesnevî’de güzel ahlâkı işleceğimiz bu yazımıza öncelikle, Kur’an ve sünnette güzel ahlak ile başlamak istiyoruz. Kur’an-ı Kerîm’in temel mesajı yani temel iman esası ise bilineceği üzere tevhiddir. “La ilahe illallah” ibâresi ile Allah’tan başka ilâh olmadığını/birliği ifade ederken; “Muhammeden Resulullah” ibâresi ile Hz. Peygamber’in, bu imandan kaynaklanan birlik ve aşk ahlâkına sahip olduğu gerçeğini teslîm ederiz. Kur’an da hemen bütün tevhidi açıklayan ayetlerden sonra temel ahlâk kaidelerine işaret ediliyor olması bunun en açık bir delilidir.
Tevhid inancı ile Allah’ın birliğine iman etmeye davet edilen müminler bu inancı bir gereği ve sonucu olarak birlik ve kardeş olmaya çağırılır. Aynı cevherden yaradılmış ademoğulları ve havvakızları kendilerinde gizli ortak cevheri görmeli, bunun doğal bir sonucu olarak “bir” olan “hakikatin”; çokluk aynasındaki farklı görüntülerine hoşgörü ile bakabilmelidir. Bakara, İsra ve Hücurat surelerinde bunun en açık bir örneğini görmek mümkündür.
Bakara suresi 177. Ayette;
“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah’a, yevm’il âhire (Allah’a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (Allah’a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).”
buyurulur.
Yukarıdaki ayette Allah’a imandan sonra mümini kendi içinde birliğe ve müslüman toplumu da birlik halinde yaşamaya teşvik edicek her türlü güzel davranışın emredildiği görülür. İman esaslarının hemen akabinde, müminin imanı yolunda bazı fedakârlıklara girişmesi beklenir. Bunların başında sevilen maldan ihtiyacı olanlara bir pay ayrılması, muhtaçların gözetilmesi gibi toplumun birlik ve dirliğine yönelik emirler bulunduğu gibi, müminin iç dünyâsında bir ahenk ve günlük hayatında birlik ve düzene kavuşmasını temine yönelik emirlerde vardır. Ahde vefâ gösterme, sâdık olma, zorluk ve darlık zamanında sabretme, namazı kılma, zekâtı verme gibi vasıflar, zimni bir emir olarak algılanmalıdır. Kısacası Allah’ın birliğine iman, kişinin kendi içinde ve dışında birlik ve ahenk içinde yaşamasını temin edecek temel prensip olarak görülmektedir.
İsra Suresi 22. Ayette; “Allah ile birlikte başka bir ilah edinme, yoksa kınanmış ve yanlız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın” buyurulduktan sonra 41. Ayete kadar imanın gereği olan güzel ahlak esaslarından bahsedilir, bunlar ana babaya itaat, yoksula ve yolcuya yardım, israf ve cimrilik arası bir orta yol tutulması gereği, rezzak olarak Allah’tan emin olmak ve rızzık konusunda harama el uzatmamak, yetimin malına göz dikmemek, ölçüde hakkı gözetmek, bilmediği şeyin ardına düşmemek ve nihayet birliğe tamamen zıt olan kibirden sakınmaktır. Burada temel mesele, bütün insanlıın aynı cevherden gelmiş büyük bir ailenin parçaları olarak görülmesidir. Aralarında ikilik olmaması sebebiyle de, hakikatte kibir edecek, yalan söyleyecek, kıskanacak, aldatılacak kimse yoktur.
Mesnevi’de güzel ahlaktan bahsedeceğimiz bu yazıya böyle bir uzun giriş yapmamız gerekliydi, çünkü Mevlana Celaleddin Rumi’ nin Mesnevi’ de önerdiği güzel ahlak, -kaynağı Kur’an olması sebebiyle- temelinde tevhîd olan bir ahlak anlayışıdır. Buna göre Hz. Mevlana, sıkça insanların tek cevherden geldiğine, bir olan Allah’ ın kulu olmaları sebebiyle birbirlerini hoşgörmeleri ve sevmeleri gerektiğine işaret eder. Mesnevi’ de en çok üzerinde durulan şey, hakikatin birliğine karşın kesret alemindeki şeylerin çokluğudur. Eğer insan görünen suretlerin ardındaki bir olan hakikate dikkatini verecek olursa ikilikten kurtularak Allah’ı layıkıyla birlemiş olacaktır. Kalbi ile inandığı gerçeği, alemde müşahede edecektir. Söz konusu iman; kişinin elini, kolunu, dilini, kötü işlerden ve kötü ahlaktan koruyacaktır.
Öncelikle Mesnevî’de hakikatin birliğine dikkat çeken hikâyeleri inceleyelim:
Karanlıkta görülen fil hikayesi
Karanlık bir ahıra fil getirip insanlara göstermek isterler. Hayvanı görmek için herkes toplanır. Fakat ahır o kadar karanlıktır ki hiçbir şey görmek mümkün değildir. Göz gözü görmeyen o yerde fili tanımak için elleriyle dokunmaya başlarlar. Birisi eline hortumunu geçirir, “Fil bir oluğa benziyor” der. Başka birinin eline kulağı geçer, “Fil bir yelpazeye benziyor” der. Bir başkası filin ayağına dokunur, “Fil bir direğe benziyor” der. Bir başkası da sırtına değer, “Fil bir taht gibidir” der. Herkes filin neresine dokunmuşsa, fili ona göre anlatır. Hiçbirinin tarifi diğerine uymaz. Hepsi doğru söylemektedir ama hiçbirinin tarifi de fil değildir. (Mesnevi, III/ 1259-1269)
Hikâye Hakîkatin birliğine karşın; çokluğa nisbetle idrâklerde çoğaldığını açıklamaktadır. Hiçbir idrak yanlış değil; fakat hakîkate nispetle mutlaka belli ölçüde eksiktir. Buna göre mümin, idrak farklılıklarından doğan farklı davranışlarını biçimlerini; dikkatini hakikatin birliğine vererek aşmaya çalışmalıdır. Surette görülen farklılıkların; bir gün gelip ortadan kalkacağını bilerek nihayetinde göstereceği hoşgörüyü bidayette bulmaya çalışarak, huzuru yakalamalıdır.
Konuyla ilgili bir diğer hikâyede şudur:
Birbirlerinin dediğini anlamayan dört kişinin gereksiz kavgası;
Bir adam birbirlerinin dilini anlamayan dört kişiye (Fars, Arap, Türk ve Rum) bir dirhem verir. Fars; “Ben bu parayı ‘engûr’ a vereceğim” der. Arap; “Ben ‘ineb’ isterim” der. Türk; “Ben ‘ineb’ istemem, üzüm isterim” der. Rum ise; “Hayır, ben ‘israfil’ isterim” diye itiraz eder. Gerçekte hepsinin isteği üzümdür, ancak dilleri bir olmadığı için anlaşamazlar. Kavgaya başlarlar. Mevlâna hikayeyi şu sözlerle tamamlar:
Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı, onları uzlaştırırdı. Onlara; “Ben bu dirhemle hepsinin isteğini yerine getiririm. Bir dirheminiz dört muradı da yerine getirir, dört düşmanda uzmanlaşır, birliğe ulaşır, bir olur. Sizin sözleriniz savaşa, nifaka sebep olur. Fakat benim sözüm, sizleri birleştirir. Siz susun, dinleyin de konuşma hususunda diliniz ben olayım. Sizin sözünüz yüz türlüdür, eseriyse ancak savaş ve kızgınlıktan ibaret” derdi. (Mesnevî, II/ 3681-3693)
Hikâyede nesnelerin ve algıların çokluğunu, Hakk’ın birliğine irca ettirecek olan kişinin Hakîkati bilen ve gören arif kişi ya da başka bir değişle Hakk’ı bütün isim ve sıfatlarıyla ve eher türlü tecellisinde seyretmekte olan “kâmil insan” olduğu açıktır.
Comments