B.
Evimizin basement/bodrum katındaki minik odadan yazıyorum. Burada kalan arkadaş bir süreliğine Kaliforniya’ya gitti ve giderken de bana evini kullanma müsadesi verdi. Eskilerin halvete gitmek için tercih edeceği cinsten, küçük pencereleri olan, loş ve kuytu bir yer. Tam da, şu sıralar ihtiyaç duyduğum cinsten, ruh halime uygun bir mekan. Koca Amerika, Boston beni beklesin, ben bir süre –taki ev sahibi gelinceye kadar-buradan çıkacağımı sanmıyorum. İstanbul’a yetiştirmek üzere söz verdiğim bir kaç iş var, konsantre olarak önümdeki bir hafta içinde bitirmeyi ümit ediyorum.
Üçüncü kattan buraya inerken, elime bilgisayarımı ve bir kaç kitabımı aldım. Başka neye ihtiyacım olur diye son bir bakarken, kırk gündür elime almadığım udum gözüme ilişti, onu da koluma taktım. Biraz ders çalıştıktan sonra, günlerdir dönüp dönüp dinlediğim bir parçayı çalmak içimden geldi. Önce iyi bir akort çektim, bir kaç ses denemesi derken, kendimi mini bir konser verirken buldum. İlimmiş, akademiymiş, okumakmış yazmakmış, iyi hoş, eyvallah. Ama sanat, başka bir alem. Hele müzik. O insanı can evinden vuruyor, dinlediğiniz kısa bir melodi bütün gününüzün ritmini belirleyebiliyor. Ya da, güzel bir eser vesilesiyle bütün bir halet-i ruhiyeniz bir anda değişip kabz aleminin darlığından bast halinin genişliğine çıkabiliyorsunuz. Kur’an’da, işitme yetisinin diğerlerinden daha çok geçtiği ve kabiliyete vurgu yapıldığı bilinmektedir. Sufiler bunu bir derece daha ileri götürerek bütün bir yaratılış sürecinin başlangıcını, işitme yetisiyle ilişkilendiriyorlar. Allah’ın ezeli ilminde, birer kabiliyet olarak bulunan eşya ve tüm varlık dereceleri; Hakk’ın “Kün/ol” emrine itaatle, vücut bulmuştur, deniyor. Yasin Suresi’de söyle geçiyor:
“Eğer O bir şey yaratmak dilerse,
Kün fe yekun,
Ol der ve o şey, (derhal) oluverir.
O halde bütün mevcudat, herşey bu emr-i ilahiyi işitmekle dirilmiş, ve kendi kabiliyeti nisbetinde bir vazife ifa etmek üzere bu aleme gelmiştir.
Kendim söylediğim kendim işittiğim bugünkü mini konserimde, sesin, sözün ve teganninin yine beni etkileyişi de bu hakikatten uzak değildi. Bir süredir okumak ve yazmaktan ibaret bir daireyi devretmekten yorulmuş ruhum,
bu hattı bırakarak musikinin alıp götürdüğü başka bir yöne gitti. Önce dokunaklı bir kaç parça mırıldandım, oradan ilahi faslına geçiş oldu, evc makamında bir kaç ilahi söyledikten sonra ise artık uzay boşluğunda nerede olduğumla ilgili hemen bütün bilgimi kaybetttim. Adeta bu vesileyle işittiğim “Kün” emrinin bir tecellisiydi ve Hakk’ın ol emrinin hükmü altında tazelenmiş ve arınmış bir ruh haliyle güne yeni bir perdeden başladım.
Akşam olunca, bunun meyvelerinden çevreyi istifade ettirmek arzusuyla, udumu alıp yukarı çıktım, yemekten sonra kısa bir fasıl geçtik. Ben çaldım, evin annesi söyledi, minik prenses oynadı. Repertuarımız Muhayyer kürdi, segah ve rast perdelerinde geziniyordu. Önce bir kaç klasik eser geçerek büyüklerin gönlü alındı, sonra neşeli rast makamı parçalarıyla küçüğümüzün de gönlünü aldık, bütün marifetlerini döktü, oynadı. Bir süredir herkes kendi işiyle, derdiyle uğraştığından bir araya gelemiyor ve zorunluluklar haricinde çok fazla bir paylaşımda bulunamıyorduk. Bu müzik faslı bizi birleştirdi. Zaman ve mekanla kaynaştık, anı yaşadık. Evin, eşyanın, ocaktaki çaydanlığın dahi parladığını, hatta şöyle bir “oh” dediğini duyar gibi olduk.
Müziğin diğer bir güzelliği, dağılmış gönülleri, zihinleri bir noktaya toplaması ve insanları birleştiriyor olması. Bu birleştirici unsurun içinde bulunduğu bir ailede büyüdüğüm için kendimi çok bahtlı hissederim. Çok küçük yaştan itibaren annemle babamın birlikte çalıp birlikte söylediklerini, biz kardeşlerin de iki sanatçının çevresinde gün içinde yaşadığımız ufak tefek çatışmaların tesirinden kurtularak barışıp kaynaştığımızı ve temizlendiğimizi hatırlıyorum. Sanatın birleştiriciliğini az çok o dönemde hissetmiş olmalıyım. Müslüman memleketlerde bu birleştiricilik, cami ve tekke musikisinin de başından beri işlettiği bir yöntemdir. Günde beş vakit okunan ezan, kelime-i tevhidi söyleyerek bir yandan halkı, Hakk’a ve zikre çağırırken, diğer yandan, günlük telaşı içinde her biri başka bir tarafa yönelmiş kalpleri, bir ve beraber olmaya çağırır. Ama bunda namaza çağrının kelimeleriyle beraber, o lafızların belli bir teganni ile söylenmesinin de etkili olduğunu düşünüyorum. Hele bir de insanı kuvvetle tesirine alacak güzel bir ses ve makam ile icra edildiğinde, gün ortasında okunan bir ikindi ezanının semt sakinlerini az çok müşterek bir noktaya getirdiği, yakınlaştırdığı, birleştirdiği
ehl-i insafın gözünden kaçmayacak bir hakikat olsa gerektir. Bu iklimde en çok aradığım ve özlediğim, sanırım işte bu birlik hissidir.
***
Repertuar içinde çok güzel bir muhayyerkurdi parçada vardı. Uzun zaman udumu elime almayınca, evvel emirde onu çalmak edetimdir. Sözlerini yazmadan olmayacak:
Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Açılan tek gülüsün sen bu bağın
Kurulur kalplere sevda otağın
Kimbilir hangi gönüldür durağın
Her gören göğsüme taksam seni der
Kimi ateş gibi yaktın beni der
Kimi billur bakışından söz eder
Kim bilir hangi gönüldür durağın
Bu şarkıyı on altı on yedi yaşımdan beri çalıp söylerim. Her yaşımda, ve hayatımın her döneminde, o yaşın ve o devrin icabına göre;
“bağda açılan gül” ün anlamı ve işaret ettiği kimse
değişmiştir.
Kalbimizi, atıl bırakmayarak, maksadına uygun bir şekilde aşk ve muhabbetle dolduran Rabbime şükürler olsun. Ancak son bir kaç zamandır, şarkıda geçen bu bağın ve bağ ortasında açılan gülün anlamının, mecazdan uzaklaşarak hakikatle yaklaştığını görmekten ayrı bir zevk duyuyorum.
Gül, Türk İslam edebiyatında, Hz. Peygamber (a.s) ‘ı ve onun manasından bize rayihalar eriştiren kamil mürşidi temsil eder. O gülün içinde açtığı bağ, bu alem ve içinde bulunduğumuz devir olsa gerektir.
Şimdilerde şarkının
“kimbilir hangi gönüldür durağın” mısraını terennüm ederken
gönlümden samimiyetle şu hisler geçiyor
kendimi şu duayı ederken buluyorum:
“Ben kendimden geçtim de
İnşallah, bu alemde
O gülün,
O sevgilinin
nazarını ve muhabbetinilayıkıyla kaldıracak ve kabul edecek bir gönül bulunsun”
diyorum.
Ancak o sırada burnumda duyduğum ince bir sızı
gözümden akan bir damla yaş ile bir olup şöyle diyorlar:
“Cümle alem ile beraber kendini de hatırlayasın.
“Hak’tan ümitli olarak
gönül evini geniş ve ferah tutasın
Umulur ki O sevgili ansızın gelir
O vakit seni kapın açık ve kendisini bekler bulsun
Dilerse girsin içeri,
Bir lahza orada, dinlensin, eğlensin
Dilerse hiç çıkmasın,
Sonsuza dek orda kalsın
Sen gönül kapını açık tut da
O sevgili dilerse gelsin
Ortasına kurulsun
Çadırını açsın
Otağını kursun
Ve umulur ki
Kendisinden ümit kesmeyen kuluna lutfetsin de
Ilel ebed orada kalsın
Orada taht kursun.
Amin
Ecmain.
Comments