top of page
Ara
Arzu Eylül Yalçınkaya

Charles River'dan Haliç'e: -23 Derece


Geçtiğimiz birkaç gün hayli şedid bir mevsim tecrübesi yaşadık. Boston’da hava -23 dereceyi gördü. Beraberindeki rüzgarla birlikte hissedilen hava sıcaklığını hiç söylemeyeyim. Tedbiren bazı okullar tatiller edildi, birçok işyeri yalnız online hizmet vereceğini duyurarak benzer önlemlere başvurdu. Beektense hasbel kader ısıtmaya muvaffak olduğum iki göz hucremde çalışmayı daha isabetli buldum. Son günlerde üzerinde çalıştığım İstanbul’un işgal yıllarına dair daha ayrıntılı ve ilk elden bilgiler edinmek adına bilhassa resmi müdahelenin yapıldığı miladi 1920, hicri 1338 tarihine odaklanmıştım. Bu nazik zamana ait bazı mühim detaylara ulaşmak adına Osmanlı Arşivine daldım. Tarihi olgulara ilaveten dönemin ruhuna intilak etmemi sağlağacak ayrıntıları araştırıyordum. O günlerin havasına, suyuna, baş döndüren lodos’una… Hasılı insan deneyimine gerçek kıvamını veren fiziki koşullara yönelmiştim. Acaba o yıllarda İstanbul’un kışları nasıldı? Özellikle 19-20 kışı… Mevsim felaketlerle başbaşa vermişcesine hırçın ve acımasız mıydı? Yahut zaten dehrin elinde ordan oraya savrulan bir şehri daha da incitmekten çekinerek, yumuşak ve melih bir çehre ile mi yüz gösteriyordu.

Akşam saatlerinde Galata köprüsünü adımlayarak Bâbıâli yokuşunu tırmanan bir Dersaâdet çelebisi, bürûdetin icbarıyla başını hafifçe paltosunun içine doğru çeker miydi? Kalem efendisinin bu gövdeye doğru munisçe eğilmiş başı, acaba istilacı müttefikler karşısında Türk’ün elân içinde bulunduğu vaziyetin tabiat eliyle çizilmiş -ironik- bir resmi miydi? Yahut PTT’de “sansör odası”nda görevli zabitin, hiç soğuktan eli titrediği için bir satırın üzerini çizemediği vaki miydi? Kimbilir.. Belki bu titreyişi ilâhi bir işaret olarak alan yüzbaşı, memleket lehine olan bir tefrikanın üstünü çizmekten-velev ki canı pahasına-vazgeçmişti. Tam böyle olmasa da işgal günlerin muhayyilemde bütün bir sahneye dönüştürecek unsurları seçiyordum. Adeta Charles River’ın buz tutmuş kıyısından, beni 1338 şitasında donayazmış Haliç sularına eriştirecek gizli bir geçit arıyordum.

*


Bu niyetlerle Başbakanlık Osmanlı arşivini araştırırken devrin iklim, hava ve diğer birçok tabi hadisesine temas eden evrakla karşılaştım. Bunlar içerisinde yalnızca bir tanesinden bahsetmek istiyorum ki, o da ümid ettiğim gibi bir İstanbul çelebisine ait değil Balkan göçmenlerinden bir yağız delikanlının hikayesidir.

*

İstanbul’un resmen işgal edildiği baharı önceleyen 1919-20 kışı gerçekten de şehir tarihinin en çetin kışlarından biridir. İşgal kuvvetleri iletişim organlarına el koymuş; ulaşım ise ağır hava koşulları nedeniyle imkansız hale gelmiştir. Özgürlük ve esâret arasında arafta kalmış şehir halkı, günden güne zorlaşan yaşam koşulları nedeniyle aynı zamanda yaşam ile ölüm arasında berzahtadır. Her ne kadar İstanbul Şehremaneti’nin (belediye) emriyle ihtiyaç sahiplerine erzak ve kömür yardımı yapılsa da, tüm hanelerin imdadına yetişmek mümkün değildir. (BOA.MV.218.47) Açlık ve soğuğun pençesi, ilk etapta surların eteklerinde beliren muhacir semtlerinin üzerine inmiştir. Bu semtlere 93 harbi ve sonrasında peyderpey Rumeli’den göç eden muhacirler meskundur. Nitekim Serez muhacirlerinden kunduracı İsmail’in hanesi de bu zorluğu olanca şiddetiyle tecrübe edenlerden biridir. O yıl Aralığın son günlerinde inen zemheri kışına odun komür dayanmaz. Kunduracı İsmail’in oğlu Hüseyin ne yapsın? Delikanlıdır neticede, kanı damarda durmaz. Ana-babasının sözünü çiğner geçer. Gençliğine delikanlılığına güvenip kendini en yakın dağlık ormanlığa atar. Ailesine yakacak odun toplamaya niyet etmiştir. Hüseyin sözünün eridir, çalışkandır merttir. Bir de Rumeli damarı tutu mu, durdurabilmek ne mümkün. O hızla fırlar dağ yollarına düşer. Odunları bir bir toplar, sıkıca bağlar, sırtına yüklenir. Gel gör ki Hakk’ın celal tecellisi yüz göstermiş, iyiden iyiye şehre ayaz inmiştir. Delikanlı yüklendiği odunları Rami’deki mütevazi evlerine ulaştırmaya çalışsa da, heyhat.. ömrü vefa etmez. Serez muhacirlerinde

n kunduracı İbraamın oğlu Üsseyin Zemheri soğununa mağlup olarak 1338 kışının kar ve karanlığı içinde yitip gitmiştir.


Belediyeciler bulmuşlar yavrucağı. Evrakta öyle diyor:


BOA.DH.EUM.AYŞ.29.35/H-06-04-1338

İstanbul'da Rami karyesinde sakin Siroz muhacirlerinden Kunduracı İsmail'in oğlu Hüseyin'in, dağdan odun getirirken soğuk havanın tesiri ile öldüğünün İstanbul Valiliği'nden bildirildiği.

115 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page