B.
Genç kız, yazlık evin taraçasına oturmuş bir yandan sabah kahvesini içiyor bir yandan da radyodaki Hüzzam faslına başıyle eşlik ediyordu. O sırada dinlemekte olduğu Hüzzam şarkıya da -hayırolsun ama- işte şu değişik düşünceler eşlik ediyordu:
Sevgilim Hüzzam makamı mı olurdu acaba?
Makamların ete kemiğe büründüğü bir dünyada, ben acaba Hüzzam makamına mı vurulurdum? O zaman başka bir soru daha geliyor akla, ben hangi makam olurdum. Sevgililerin makam hazretlerinden seçildiği bu garip dünyada ben muhtemelen buselik ya da nihavent gibi hercai bir makam olurdum. Hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkan Hüzzam Efendi’ye olan aşkıma, mehtaplı bir akşamda Çamlıca eteklerinde icra ettiği yanık bir beste vesile olurdu. Lahzada ona vurulurdum.
Ancak yine muhtemelen gerek yaşım, gerekse tabiatım itibariyle Hüzzam Efendi’ye olan aşkım gel-gitler yaşardı. Bir sadakat problemi baş göstermemesi için bir yerde kendimi çekerdim. Durduk yere ümitlendirip sonra görünmezlere karıştığım için, biçare Hüzzam Efendi, sanki az hüzünlüymüş gibi, dertli sazını eline alır daha bir hüzünlenir, içlenirdi.
Ben, Buselik Hanım, meşrebimin peşi sıra ordan oraya sürüklenerek bir buse almak ümidiyle Saba, Suzinak ve Hicazkar makamlarının gezindiği perdelerde dolaşırdım.
Ta ki yine mehtaplı bir gecede Hüzzam’ın bu defa kemençeden yükselen sesini duyana kadar. O vakit aşkım tazelenir, varımı canımı önüne koyarak yanına giderdim.
Gerekirse bütün arızalarımı bırakır, icabında bemol, sırasında diyezimi takınır; Buselik’ten de Hisar-Buselik’ten de geçer; onun hüznünü taşır, neşesini kuşanır ve Hüzzam’a karışırdım.
Eylül 2014 Newton/MA Eylülcan
Comments