top of page
Ara
Arzu Eylül Yalçınkaya

Buraları hep bağlık, Boston’luk.

Boston Waltham’da gün, seher vaktinde henüz güneş uyanmadan başlar. İkinci katın küçük pencerelerinden birinde ince bir ışık belirir. Sonra ahşap zemini gıcırdata gıcırdata gençten hallice bir öğrenci alt kata inerek, ocağa çay koyar ve yine aynı basamakları konuşturarak üst kattaki odasına çekilir. Öğrenci, “günün bereketi seher vaktinde uyanık bulunmaktadır”, diyen Hocasının sözüne uymak arzusuyla, kapanmak isteyen gözlerini oğuştura oğustura kitabını defterini açar, ve  okumaya başlar. Çok geçmeden evin içinde bir ezan sesi duyulur. Sabah namazının habercisi bu güzel seda, evi birden hareketlendirir. Evin annesi, namazdan sonra kahvaltıyı hazırlamaya koyulur, az sonra alt kattaki komşu “sabah şerifleri hayrolsun”a gelir. Bu arada ocaktaki çay daha bir hararetle kaynamaya başlar. Yine de ev henüz tam olarak uyanmamıştır.. Ta ki bu sevimli yuvanın küçük kızı yatağından öpüle koklana kaldırılıp, münik adımlarıyla koşuşturmaya başlayınca kadar. Hele bir de prensesin keyfi yerindeyse, neşeli konuşmaları bütün  odaları teker teker dolaşarak; hâlâ sabah mahmurluğu içinde miskinlik eden eşyayı uyandırır. Hani tabiatlarında gezip oynamak olsa, masayla sandalye, televizyonla kütüphane bile bu küçük kızın neşesiyle oynamaya başlayacak sanırsınız. Hepsinden çok ocaktaki çaydanlık bu neşeye ortak olur. Herkes hazırlanıp masanın etrafına toplanınca, artık onun saati gelmiştir. Düdüğünü öttürerek nihavend makamında bir fasıla başlar ki artık o kısmı anlatılmaz, yaşanır. İnanmazsanız buyurun Waltham’a gelin, bir çayımızı için, nihavent mi söylüyor çaydanlığımız, hicaz mı siz karar verin.

***

Biraz fazla romantik bir başlangıç olmuş olabilir ama yine de buradaki bir sabahımı anlatmak niyetiyle başladığım bu şiirin eksiği var fazlası yoktur. İstanbul’da iken burada nasıl bir hayatım olacağı ile ilgili çok fazla hayal kurmamıştım. Sadece zaman yokluğundan. Ben daha  Boston kelimesini bile doğru düzgün telaffuz edemeden kendimi şehrin içinde ve müstakbel evimin salonunda buldum. Aslında arkadaşım Feyza’nın teklifini kabul ederek, kendisiyle ev arkadaşı olmam tamamen Allah’ın bir işidir. Çünkü tabiatım gereği yalnızlığa meyilliyim ve bu özelliğim beni misafir olarak gittiğim çok uzak semtlerden bile gecenin bir vakti evime dönemeye mecbur ediyor. Zaten on altı yaşımdan beri de ailemden uzakta ve yalnız yaşıyorum.  Hasılı, Allah’ın bir hikmeti olarak kendimi tam teşekküllü bir aile evinde bulunca, “hayır olsun” diyerek durumu anlamaya çalıştım. Bundan bir ay önce, öğrencilerim ve ihvanımın dostluk çemberi ortasında kurulu İstanbul Selamiçeşme’deki evimde emeklilik hayalleri kurarken, şimdi dünyanın neresinde olduğu ile bir fikrim bulunmayan bir evde elinde çıkınıyla bir koltuğa ilişmiş oturan çiçeği burnunda bir öğrenci idim. Derin bir nefes alarak, Allah’ın hakkımdaki takdirini ve bu taktirdeki hikmeti görmeye çalıştım. Buraya geleli iki haftayı geçti, gönlüme bu ev ve ev ahalisi ile çok güzel hisler düştü. Burada bulunuşumun hikmetini yine Allah’ım bilir ama, az çok hissettiğim bir şeylerde oldu. Hayat denen nehrin bizi sürükleyip götürdüğü kıyıda, niçin buradayım diyerek zaman kaybedeceğimize, orada mevcut tecelliyi seyretmek ve o tecelli de Allah ile buluşmak gerektiğini hissettim. Bu idrakime katkısı olan ev ahalisini kısaca tanıtmak boynumun borcudur.

Feyza, ev arkadaşım. Kendisini ev sahibem olarka tanıtmayışıma şimdi dikkat ediyorum. Çünkü o adımımı attığım ilk andan beri beni evin asli üyesi yaptı, burası senin dedi. Çok çalışkan bir akademisyen, bu yönünü anlatmaya benim akademik derecem müsade etmez, onu hocaların takdirine bırakıyorum. Dünyanın en temiz ve saf insanı olan bu arkadaş için Allah’ıma ne şükretsem az. Diyar diyar gezdim, doğudan batıya bir çok memleket dolaştım, ana yurdum baba ocağımda yıllarca yaşadım, benim gibi gece gündüz okumakla yazmakla bozmuş bir arkadaş bulamadım, bulamamıştım. Meğer o Boston’daymış. Yol yorgunluğunu üzerimden attıktan sonra Feyzayla çalışmaya başladık, yani ben ona katıldım. Normalde ben evde biri oldu mu rahat okuyup yazamam ama burada o huyumun kalmadığını gördüm. Evin orta yerindeki salonda akşam olup diğer fertler çekilince, ikimizde kendi düşünce dünyamızın koridorlarında gezinerek fikir avına, ilim avına çıkıyoruz. Arada hoşumuza giden zevk aldığımız bir konuyu paylaşıyoruz. Sonra tekrar iç dünyamıza çekiliyoruz. Allahıma bu güzel arkadaşlık için sonsuz şükürler olsun. Şunu bizzat yaşayarak gördüm ki, aynı yöne bakan ve aynı amaç için yürüyen insanlar sayıca çok da olsalar, hakikatte tek vücutlar. Sanırım bu nedenle yalnızlık aramıyorum, sanki kendimle beraberim.

Evimizin küçük kızı, altı yaşında. Ana okulunu gidiyor. İki akademisyenin kızı olduğu için yaşıtlarına göre biraz daha olgun. Bununla beraber çocuk. Oyun istiyor, sevilmek istiyor. Sabah kim erken kalkarsa o kahvaltıyı hazırlıyor. Bazen, annesine yardım için küçük prensesin kahvaltısını ben hazırlıyorum, akşamları masallarını okuyorum, canı sıkılırsa odama gelip evcilik teklif ediyor. Hiç kırmıyorum. –Laf aramızda tekrar evcilik oynamak çok zevkli-Allah’ımdan daha ne isterim, her türlü zorluğu üzerimden alınmış olarak bana hazır bir çocuk verdi. Keyfini sürüyorum. Bu akşam arabada gelirken “anne” diye seslendiğinde, ben cevap verdim. –Bu öğretmenlikten kalma  bir refllesk, bir çocuk çağırdı mı mutlaka cevap veriyorum- Feyzayla çok güldük. Doğurdum büyüttüm, sana ısmarladım, daha ne istiyorsun dedi. Çok haklı, Allah’ım bana bir çocukla beraber yaşamanın güzelliklerini de yaşatıyor, ne isterim.

Bodrum katta ise Filistinli bir Arap öğrenci kalıyor. Çok vakur ve güzel bir insan. Az konuşuyor, gerekenleri yapıyor, köşesine çekiliyor. Biraz kuvvetlice olduğundan, evin her türlü fiziksel meselesini o hallediyor. Çöp mü çıkarılacak, kar mı kürenecek. Ellerinden öpüyoruz.

Akşamları ziyaretimize gelen akrabalar ve arkadaşları da sayarsak burada büyük bir aileyiz. Allah’ım beni İstanbul Selamiçeşme’den kaldırıp, orada Hocam, ihvanım ve öğrencilerimden örülü cennet yuvamdan alıp bir anda buraya naklediverdi. Bir an gözümü kapadım ve açtığımda bambaşka bir hayatı götürürken buldum. Eski ben olsa, kaçıp gitmek isterdi, ama demek buraya nakledilirken , buranın gereklerine uygun hassalarda verilmiş olacak ki,  şimdi o dost halkasını ile çevrelenmiş evdeki hayatımın küçük bir numunesini kilometrelerce uzakta yaşatıyor. Allah biliyor ya, öyle hissettirmese bir an durmaz, koşar dönerdim.

Bana öyle geliyor ki hayatımız bir nehir, kaynağımızda çıkarak aslımız olan denize ulaşıncaya kadar, bird aha geri dönmemek üzere akıyor, gidiyoruz. Huzurun ve mutluluğun temel prensibi ise, geçip gittiğimiz yollarda, bir müddet durulup yavaşladığımız kıyılarda, hasılı her ne yöne gidersek gidelim, orada bulduğumuz şarltları ve yanımıza düşen dostları samimiyetle sevmektir.

Bir an dur, yanına bak.

Kimi görüyorsun?

Hakikatte kimi gördüğünün bir önemi var mı?

Bu nehir onu ve seni,  aynı sahile ulaştırdı madem

O vakit Allah için dost olup

Allah için birbirine destek olmalı.

Hiç aklımda yokken, Boston Waltham’da nasip olan bu hayat ve bu sevimli aile için sonsuz şükürler olsun.

Kalplerindeki muhabbeti, kıymetli bir cevher bilip gönlümde taşıdığım,

hasreti buram buram içimde tüten yaranım,

hepinize selam ve sevgiler olsun.

Not: Bu arada ev şehir merkezine biraz uzak olduğu ve ulaşım için yeterli vasıta bulunmadığı için, Boston merkezde bir ev arayışına çıkmak zorunda kaldım. Duyan olursa haber versin lütfen.

Ebedi cennet, dünyada değil, Hak katındadır

vesselam.

2 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page