top of page
Ara
Arzu Eylül Yalçınkaya

Boston’dan hemen gelemeyişim üzerine..

Güncelleme tarihi: 4 Haz 2020

25 Mayıs’ta Boston’dan ayrıldığım doğrudur. O vakitten sonra benden haber alamayan dostların az çok benimle ilgili merak ve endişeleri olduğunu da biliyorum. Ancak mesele şu ki Boston’dan ayrılmış olmak benim için behemehal İstanbul’a dönmek anlamına gelmedi. Uzun bir yol tuttum. Abim sağolsun bana aktarmalı bir bilet almış. Avrupa üzerinden İstanbul’a gelmem bekleniyordu. Ben de öyle düşünüyordum. Safiyetle uçağa bindim. Ancak ne hikmetse dönüş yolculuğumun bir yerinde bu aktarmanın yönü değişti ve ben, -hiç beklemediğim bir şekilde ve uzunca bir süre- memleketime dönmemi geciktiren başka duraklara ve makamlara uğramak zorunda kaldım.

Önce insan denen bu sırlığı mahlukun içinde yer bulan çeşitli makamlardan geçmem gerekti. Anasır-ı erbaadan başlayarak sırasıyla madde, nebat ve türlü derece-i mahlukat ile tanıştım. Her menzil ve makamda muvakkat bir zaman konaklayıp alacağımı aldıktan sonra yola koyuldum.  Toprağa salındım önce; toprak, kuruydu, donuktu, soğuktu. Ama nasılsa o soğuk ve donuk cevherde hayata teşne bir taraf vardı. Munisti,  hazımlıydı, almasını biliyordu. Su soğuktu, hareketliydi, kararsızdı. Ama nasılsa onun kararsızlığı neye değse, onda bir yöne doğru ilerleme azmi ve sebatı uyandırıyordu. Hava sıcaktı, esirikliydi, hayat doluydu, her yerdeydi.. amma onu ele geçirmek kolayına mümkün müydü? Ateş sıcaktı, kuruydu yakardı öyle korkmaya, çekinmeye  gerek yoktu; ne de olsa yanmak için gereken cevher öyle kolayına bulunmuyordu.  Hepsi birbirine ters, bir birine düşmandı bunların ama zıtlar birbirine karışınca taş yerini buluyormuş, hayat zıtları bir edince başlıyormuş, bunu anladım. Eh orada geçen sure boyunca aldığım en büyük ibret de bu oldu.

Anasırı erbaadan sonra camid/ donuk bir aleme uğradım. Orada da bir vakit gezdim gördüm eğlendim. Bir maddenin donuk ve sabit duruşundaki hikmeti tecrübe ettim. Bir gün iki gün üç gün değil. Minel ezel ilel ebed. Sabit durmak ne büyük meziyetmiş meğer  azizim,   o zaman anladım. Bir nebatın  biteviye büyümesinde gizli rabbiyet sırrını , hareket eden her bir mahluku tahrik eden o sebeb-i hayatı az çok kendimde buldum. Hayret, nasılsa, zevkin ve hazzın her türlüsünün mübah olduğu bu alemde çok zaman gezindim de,  zevk ve hazzın kendisine şahit olamadım. İlginçtir, pür zevk ve hayat olan bu alemin, kendi halinden kendisine ayrılmış bir nasibi yoktu.

Sonra beşeriyetin yedi başlı ejderi denilen, insan nefsinin türlü mertebelerine salındım. emrettim, levm ettim, kah razı geldim kah reddetim. Kah bulandım, kah safiyane dolaştım. Bir dönem cehennemin dipsiz gayyalarına düştüm. Hasedin, kinin, kıskançlığın kaynadığı ateş kuyuları; dedikodunun, fesadın vesvesenin şarap gibi içildiği nar-ı cahim kuyularına uğradım. Birinden kurtuldum derken ötekine kendimi kaptırdım. Nefsin ne bitmez tükenmez bir odunu varmış kardeşim, cehennemin ateşi bile sönmeye yazdı da nefsimin içindeki odun yığınından bir sıra ya yandı.. ya biraz palazlandı da öylece kaldı. Orasını Allah bilir.

Cennetin yedi katı var dediler, söyle ilk bir iki katını gezmek için oraya da bir fasıl konduk. Tam yukarı katlara çıkıyorduk ki, bu yolculuk fazla uzadı ama illa cenneti büsbütün görmek istersen, bir cennet mekan şehir var ki, adına İstanbul derler, sen en iyisi orayı git gez dediler. Tamam dedim işte ben de o yüzden filanca tarihte Boston’dan ayrılmıştım sonra aktarma aktarma üstüne olunca buralara kadar geldim dedim.

Onu dedim bunu dedim. Nihayetinde çok değil bundan bir kaç gün once, herhalde çok konuştuğumdan olacak,

şehr-i İstanbul’a indirdiler.

Işte efendim Amerika’dan hemen gelemeyişimin sebebi bu idi.

Boston’dan çıkıp doğruca İstanbul’a gelemedim. Abim ucuz oluyor diye aktarmalı bilet almış sağolsun. Ama o da mazur canım, başıma bu kadar iş açacağını, bu aktarma denilen şeyin

“varlığın kırk mertebesi”

üzerinden yapılacağını o nerden bilsin.

*

Çok bekleyenler olmuş. Sağolsunlar güzel karşıladılar. Yüzüme baktılar, gözlerimin içine. Beni aradılar. Tebdili kıyafet etse de insan sevdiğini tanımaz değil a; tedbil-i can edene ne demeli? uğradığım o kadar menzil ve makamdan sonra bana bir garip haller olmuş belli. Bir kaç arkadaşım benimle konuştuktan sonra,

sen o Eylül değilsin dedi.

Bakışın, duruşun, havan, her şeyin değişmiş.

Doğrudur, dedim. Ben o Eylül değilim. Bundan üç yıl once Boston’a giden Eylül sır oldu gitti. Şimdi bu gelen kimdir, kimlerdendir, onu hep beraber tanıyalım, hep beraber görelim.

*

Not: Şimdi bu hanım kıza ne oldu yani diye soranlar için söyleyim. Şu kadar mecazdan sonra biraz gerçeğe dönelim. Efendim geliş gidiş maceram beklediğimden biraz farklı oldu. kısa zaman içerisinde, maddi manevi bir çok imtihandan geçtim, hala da -her Allah’ın kulu gibi geçmeye devam ediyorum.

Bu sınavların neticesi olarak Üsküdar Üniversite’si bünyesinde açılmış bulunan Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü’nde Öğretim elemanı olarak göreve başladım. Bu sırada Bursa İlahiyat’ta doktora programına kabul edildim. Harvard’da yaptığım lisans üstü çalışmalar da hali hazırda online olarak tamamlanma aşamasında ve bir yandan ona da devam ediyorum. Son durum da eğitim almak için üç gün Bursa’da, eğitim vermek için dört gün Üsküdar’dayım.

Yeni bir dönem başladı. Çok yoğun ve verimli. İnşallah hayırlı neticeleri ve bereketli ürünleri olur da Ümmet-i Muhammed’e bir hayrımız dokunur diyorum ve dularınızı istiyorum.

Bu arada..

Hani uzun süredir kullanılmayan muslukları açınca birden tazyikle su üzerine fışkırır. Sağa sola sıçrar, kendisine tayin edilmiş kanalı buluncaya kadar once bir taşar köpürür. Canım herkes bilir işte.. o suyu hemen kullanmak kabil olmaz, içinde birikmiş kirli paslı suyun akmasını ve kendisini temizlemesini beklemek gerekir. Benim durumum da ona benziyor şu sıralar. Kendi sesimin berraklığını yakalayabilmem için once bir çoşa taşa akmak gerek. Ahenk aramayın, saffet aramayın. Yazılar vakit azlığından mütevellit biraz farklı bir tınıya sahip olabilir. Olsun. Neyse o..  biraz akmam lazım. Sonra su akıp yatağını bulur, yatağına oturur, içindeki tazyik kendisine yol bulup akınca kıvama gelir, durulur.

Ondan sonra o suyun kenarına oturup  ben de bir dinlemek ve dinlenmek istiyorum.

Ama o saate kadar azıcık sabır gerek,

biraz hoş görmek.

istirham ediyorum efendim,

Vesselam.

26 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page