top of page
Ara
Arzu Eylül Yalçınkaya

“Bir Bavul” Hazırlama Geleneği Üzerine

Birazda bu gelişin fiziksel ayrıntıları üzerinde durmak gerek. Kendi kendime karar verdiğim bir şey değildir. Konu bir zuhurata bağlıdır. Müsadenizle aktarayım. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 2009 yılından beri devam ettiğim yüksek lisans programının artık hayırlısı ile bittiği günlerde, Boston’dan sevgili arkadaşım Feyza geldi. İstanbul’a geldiği zaman misafir etmekten zevk duyduğum arkadaşım, son bir kaç yıldır ne hikmetse hep tezimin juriye girmek üzere olduğu günlerde bana geliyor. Bu defa da öyle oldu. Tezimin son halini bastırıp hocalara dağıttığım günün ertesinde Feyza ile buluştuk. Dört yüz küsür sayfayı aşan tezimi görünce, doktoranı Harvard’da yapsana, dedi. Sağolsun beni ve çalışmamı metheden sözler sarfetti ve ilgilenmediğimi görerek bunu bir kaç zaman sürdürdü. Sonunda kendisine bu konuyla ilgili son kararın Hocam’a ait olduğunu, ve gerçekten inanıyorsa konuyu ona açmasının daha doğru olacağını söyledim. Bunu söylerken, “Oh burda keyfim yerinde, okulumu bitiriyorum, kaç yıldır çalıştım çabaladım evimi yurdumu kurdum, güzelleştirdim, borçlarımı kapadım, hasbel kader geçiniyorum, şimdi bu saatten sonra kendi isteğimle şurdan şuraya kımıldayamam. Rahatımı bulmuşum bu saatten sonra risk alamam.” gibi rehavet kaynaklı düşüncelerin tesiriyle konuştuğumu sanıyorum. Ama şunu da biliyordum, eğer Hocam isterse emir telakki eder, ne gerekiyorsa yaparım.

Sağolsun Feyza yememiş içmemiş ertesi günü Hocamla konuşmuş, Hocam herşeyi Hakk’tan bilen bir yaklaşımla bu daveti de Hakk’tan kabul etmiş ve “Ben de böyle bir işaret bekliyordum, Al, götür Eylül’ü orda Doktorasını yapsın, üniversite ve akademi tam onun mekanı” diyerek konuyu olabildiğince hızlı bir şekilde bağlamış. Bir pazar öğleden sonrası ailemle sakin sakin yediğimiz yemeğin ortasına düşen “Hemen bavulunu hazırla benimle Boston’a geliyorsun.” mesajıyla Boston’a gideceğimi öğrendim. Hiç istifimi bozmadım, zira bu yemek önümüzdeki bir beş yıl içinde dünya gözüyle yediğim en tasasız ve rahat yemek olabilirdi.

Hemen bavulunu hazırla, Geliyorsun Bostan’a. Aman Boston’a.

Asıl mesele de bu oldu. Amerika bavulum. İşin gerçeği  benim yıllardır,, senenin belli vakitlerinde dünyanın çeşitli üniversitelerinde doktora yapmam gündeme gelir. Yani bu geleneksel bir durumdur. O nedenle-bilenler bilir- her daim yola çıkmak için bekleyen bir bavulum evin bir köşesinde hazır ve açık durur. Ben senede bir iki kere şuraya/buraya okumaya gidiyorum diye ilan eder, o bavulu yerinden çıkarır muntazam olarak doldurur, sonra planların iptali sebebiyle tekrar yerine koyarım. ( en yakını geçen yıl ocakta mesela Çin’e doktora için gidiyordum) Tabi bu arada olan, gideceğimi duyup da beni bir süre görmeyenlere olur. Onlar, büyük bir hüsnü niyetle, beni oralara, buralara gitti; masterları, doktoraları yaptı, maşallah kariyerinde ilerledi filan gibi asla kontol edemediğim düşüncelerle yaşarlar. Hali hazırda mesela Suriye’de doktora yaptığımı düşünen sayıca hiç de azımsanamayacak bir grup vardır. Neyse Feyza’nın bu “bavulunu hazırla” lafıyla içim bir cız etti. Bu defa da hazırlayalım bakalım, sonu hayrolsun diyerek o meşhur bavulu tekrar yerinden çıkardım.

Nihayet bir sürü badireler atlattıktan sonra Boston’a giden uçağa bindiğimde iki büyük bavulum vardı. Otuz yaşını aşmış bir insan olarak, kurulu düzenimi, evimi, yıllardır taksitlerini ödemeye doyamadığım mobilyalarımı, elektronik eşyaları, son tahlilde küçük bir halk kütüphanesine dönüşmüş bulunan  3 oda dolusu olan kitaplarımı, en sevdiğim çay kupamı, çocukluk oyuncağım “şaban”ı, duvardaki sulu boya resimleri hasılı hayatımdaki tüm maddi unsurları bırakıp iki bavulun içine sığabilecek bir kaç parça giysi ve en fazla 15-20 kitapla yeni bir hayata gidiyordum. Bunlarsız yaşayamam dediğim herşey, bir anda elimden çıkıvermişti. Bahsettiğim maddi unsurlardır. Onlar gözle görüldüğü için, bağlılıklarımı maddi unsurlar üzerinden anlatıyorum. İşin aslı burada bırakılan aile, dostlar, öğrenciler, koca bir ihvan, vatan toprağı ve o toprağın gülistanı içinde gülümseyen bir “Gül” var. Ama onlardan ayrılışın muhasebesi bir kitab konusudur o nedenle, eşyadan konuşuyorum.

Bu bavul ve eşya meselesi, içimi burdu. Hislendim.  Sonra düşündüm, Allah’ımın beni hiçbirşeye bırakmadığına karar verdim. Gördüm ki Rabbim, Hayatta herşeyi lutfediyor, herşeyle bir dem hemhal olmama müsade ediyor ancak beni maddi manevi hiçbirşeyin eline bırakmıyordu.. Düşündüm zamana zaman acı gelse de, Mevlam ne güzel eyliyordu. Ya beni üç günlük dünya metaına ve sevgilerine mi emanet etseydi. Hakikatte, şu dünyanın bağlanılacak nesi vardı. Baharda yaptığını, kışın dağıtıp yokluğa salan tabiatı iyi okumalı. Fani olana değil baki olana gönül bağlamalı.

Uçağa teslim ederken bavullara bakıyorum.  Gayri ihtiyari gönlüme şunlar doğuyor: Günü gelecek, bütün bir dünyamızı bırakıp âhirete geçeceğiz. Üstelik o vakit yanımıza bavul almak gibi bir lüksümüz de olmayacak. Geldiğimiz gibi yalnız, geldiğimiz gibi anadan üryan… dönceğiz. Maddi olarak bağlanıp gönül verdiğimiz hiçbirşeyi alıp götüremeyeceğiz, Yalnız –eğer varsa-imanımız, amellerimiz ve güzel niyetlerimiz bizimle olacak. O halde şu üç günlük dünyada henüz imkan varken bunu bilip ona göre yaşamalı, değer vereceğimiz şeyleri iyi seçmeli. İmanı, aşkı, gönül zenginliğini; sevgiyi, dostluğu, muhabbeti herşeyden aziz bilmeli.

Bu da bir bavul hikayesinden çıkan netice olsun,

Vesselam..

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page