Amerikaya gelişimin üzerinden göz açıp kapayıncaya kadar bir 10 gün geçmiş. Kendime ve dostlara verilmiş sözüm var, blogumu güncellemek istiyorum. İstanbul’da iken konularım daha çok yerleşik hayatın getirdiği şeylerdi. Burada konuların daha farklı olacağını hissediyorum. Kimi zaman bir olgudan hareketle kendime, kimi zaman kendi nefsimden yola çıkarak ufuk cizgisine uzanacağım gibi geliyor. Yazmak her zaman bana beni öğretmiş, öğrendiğimin farkına varmamı sağlamıştır. Bir kendini bilme yöntemi ve aleti olarak kullarına kalemi lutfeden Allah’ıma şükrediyor ve yazmaya başlıyorum.
Amerika’ya gelişimin hikayesini anlatmak isterim. Ama onu anlatacak iken aklıma çocukluk yıllarıma dair küçük bir anı geldi, önce ordan başlayacağız naçar.
Küçük evimizin minik salonunda annem, babam, eniştem oturmuş çay içiyor muhabbet ediyorlar. Oh Allah muhabbetlerini arttırsın. Ben de bir kulağım onlarda bir kulağım oyuncaklarımın hayali konuşmalarında, sakin sakin oynuyordum. Bir ara konuşmalar hararetlendi, konu memleketimiz Tekirdağ Şarköy’deki arsanın yerine yapılacak yazlık evde düğümlendi. Nihayet uzun mülahazalar neticesinde arsanın ortasında ikiz bir ev kondurmaya karar verildi. Ön tarafından iki ayrı kapı ile girilen, yanyana duran annem ile teyzem gibi birbirine dayanmış ikiz bir ev. Sıcak sevimli, hepimizi saracak bir araya getirecek güzel bir ev. Sanırım, meselenin ayrıntılarına girilmeye başlandığı bir sırada daha fazla oyalanmak istemeyerek hemen kalktım, bulabildiğim orta boy bir sepete yazlık evimizde ihtiyacım olabileceğini tahmin ettiğim bir kaç parça giysi, oyuncak, kitap bir de yolluk bir şeyler koyup bizimkilerin yanına gittim.. Bizimkilerin, elinde sepetle, olmayan bir yazlığa hemen gitmeye hazır duran bu tez canlı ve saf çocuğa diyecek çok da anlamlı sözler bulamadıklarını hatırlıyorum. Şaşkınlıklarına o yaşımda bir anlam verememiştim. Doğrusu hadise şu gün olsa, yine kendimce bir hareketlilik içine gireceğimi bildiğim için, kendilerini anlamakta halen biraz zorlandığımı itiraf etmeliyim.
Amerika’ya gidiş hikayem de buna benzer bir hikayedir. Bundan 5-6 yıl kadar önceydi. Cemalnur Annemle, İzmir Alaçatı’da çay içip muhabbet ettiğimiz o tasasız akşamlardan biriydi. Hocam, devamlı elimde gezdirdiğim ve okumak için boş bir zaman kolladığım kitabı farkederek, adını sordu. Kitabı kendisine verdim. Bu William Chittick’in tasavvufun çetrefilli konuları üzerine yazdığı makalelerinin toplandığı “Tasavvufun Boyutları” adlı bir çalışmaydı. Bir kaç gündür vakit buldukça okuyor, bazı yerlerin altını çiziyor, notlar alıyordum. Hocam büyük bir ciddiyetle sayfaları bir süre taradıktan sonra “Sen bu kitabı, okuyor, anlıyor ve zevk ediyor musun?” diye sordu. “Evet, hocam” dedim “Çok zevk alıyorum.” Cemalnur Hocam tereddüde mahal bırakmayacak bir açıklıkla “Sen, hemen Amerika’ya gitmeli ve William Chittickle çalışmalısın” diyerek söze başladı ve şimdi ayrıntılarını hatırlayamadığım bir sürü iltifatla uzun uzun bu gidişin ne kadar hayırlı olacağından bahsetti. Mahcup bir hal içinde başımı önüme eğmiş dinlerken “hemen” (derhal, şimdi, doğruca gibi çağrışımlarıyla beraber) sözünün cazibesinin bütün hücrelerimi sardığını hatırlıyorum. O kadar ki harekete geçmek için hocamın sözünü bitirmesini beklemek dahi benim için çok zor olmuştu. O anlatırken, ben yola çıkarken yanıma alacağım kitapların hayalini kuruyor, gireceğim sınavlarım sitresinden bir parça tadıyor, sonra orda kalmayıp gezeceğim güzel yerlerin ve tanışacağım yeni dünyanın heyecanıyla bu sitresi dengeliyordum. O gece bitti, ertesi sabah oldu. O gün benim “hemen” Amerika’ya gidebileceğim ve ünlü İslam Profesörü William Chittickle çalışabileceğim ilk gündü. Bilineceği üzere o gün Amerika’ya gidemedim. O nedenle o gün “Amerika’ya gidemediğim” ilk güne dönüştü ve taki buraya gelinceye, 4 şubat 2013 ‘e kadar süren oldukça uzun ve yorucu bir gün oldu. Hiçbirşey benim algımı değiştirmedi. Yaşadığım mutluluklar beni tatmin etmedi, eksiklikleri gözüm görmedi, artmadım, eksilmedim, uzamadım, kısalmadım. Mesele uzaklarda bir ülkeye gidememek ya da bir profesörle çalışamamaktan başkaydı, mesele Hocam’ın sözünü yere düşürmüş olmamdı. Ya da insan-ı kamilin “hemen” kelimesine yüklediği anlamla benimki farklı olduğu için, ben öyle olduğunu düşünüyordum.
Oysa farklıymış, hemen sözcüğü kamil insanın lügatında farklı karşılıkları olan bir sözcükmüş. Bunu kendime defalarca anlattım, anladığımı sandım. Yanılmışım. Bu gün Harvard Square’de yürürken, burada bulunmak için bundan daha güzel bir zaman olamayacağını gerçekten hissettim. Bu yıl, bu gün bu saat.
İkinci bahar yaşıyorum. Yeniden üniversitedeyim, yeniden öğrenciyim, hayatı yaşamaktan çok anlamlandırma dönemindeyim. Bunu bir kere yaptım, ama o vakitler acemiydim. Şimdi profesyonel öğrenciliğin, yani bir zorunluluk olarak değil ama hayat tarzı olarak sürekli öğrenciliğin ne demek olduğunu tecrübe ediyorum. Ne isterim.
Bunlar gönlümden geçenlerdi. Samimiyetle hayatımın gidişinden memnun olarak Harvard Square’de bir kafeye oturdum ve bilgisayarımı açtım ve hemen bir cevap aldım. İbnü’l-Arabi’ye ait bir metne rastladım ki sanki iç alemimde yıllardır sürüp giden ve nihayet ruhumun galip geldiği bir tartışmaya son noktayı koyar gibiydi:
Ilmi suretlere mahiyet denir ki henüz kendisinde yaratma durumu yoktur. Herhangi bir kimsenin a’yan-ı sabitesi neyi gerektiriyorsa o kimse kendi ayn-ı sâbitesinin mecbûrudur. Onun kader sırrı bu şekilde olmasını zorunlu kılmıştır. O halde kişi kendi istidadına bağlı olduğunu, kendi mahiyeti, ayn-ı sâbitesi ve istidadı ne şekildeyse onun aksi olmadığını ve bunların kaybolmadığını, bilakis kendisinde zamanı gelince teker teker zuhur edeceğini bilirse huzurlu olur. Belki sadece kendi istidadının eksik olmasına üzülür.
Allah katında zaman yok, daima o huzurda bulunan kamil insan için de yok. O ağaca bakınca tohumu, tohuma bakınca ağacı gördüğü için; Kamilin lügatinde hemen ile sonra arasında fark yok. Dairenin başı ile sonunun aynı nokta olduğu gibi, zamanın çarkından çıkan için hemen ile sonra aynı yeri gösteriyor. Ama “hemen” kelimesini şimdilerde daha iyi anlıyorum galiba, her ne kadar dairenin başı ile sonu aynı nokta ise de, oraya gelinceye kadar uzun bir yol gitmek gerekiyor.
Heman Allah cümlemize bu hikmeti anlamak nasip etsin. Amin.
Comments